27 Aralık 2010 Pazartesi

Huzun

Bir sihirli degnegim olsun istiyorum. Icinde yeterince peri tozu. Butun herkes uyurken ben uyanik, silkelemek istiyorum peri tozunu butun dunyanin uzerine. Ve bu tozla huznu ebediyyen ortadan kaldirmak istiyorum.

Yazani uzen, okuyani uzen, kalplerimizi avuclarinin icine alip, caani bir gulumsemeyle yuzumuze bakip, yeterince acittim mi diyen huznu, silmek istiyorum dunyadan ve her bir canlinin hafizasindan. Silinsin ki kimse animsayamasin, kalbimizde acilmis o kesiklerin nedenlerini. Animsayamayinca, yaralar yavas yavas kapanacak, ustunu pembe kaymak sevgi saracak.

Istiyorum. Tanri'yi istedigimin yaninda bunu da istiyorum. Huznu, bu dunyadan kaldirmak istiyorum.

Huznu silinen kullar, ellerine kalemlerini aldiklarinda, ya da uzattiklarinda parmaklarini klavyeye, belki ne yazacaklarini sasiracaklar bir sure. Ne yazacagini bilemeyenler, belki de birseyler dinlemek isteyecekler, "yaz" gelsin diye. Ama kulaklari da alisik oldugu o tiniyi bulamayacak, cunku huznu silecegim bir gece, herkes uyurken. Kulaklari duymayan, hafizasinda da yeri olmayan huzun cikamayacak disari bir daha. Yerini neyle dolduracagiz? Nasil besleyecegiz egolarimizi. Ego mutsuzlugu sever, aciyi sever. Olumu degil, yasamayi sever; kanaya kanaya yasamayi ama.
Biliyoruz yeri neyle dolacak. Umutla, askla, sevgiyle, paylasimla, neseyle, huzurla dolacak. Bir huzun kelimesi yerini binlerce kelebek kanatli, peri tozlu kelimeye birakacak.
Inanmayan varsa denesin, bunun da denemesi bedava.
Icimize fazladan gunes dogar hem bu vesileyle...
Tanri'nin bahsettigi sihirleri aydinlik kelimeler icin kullandigimiz gunler baslasin artik...!

26 Aralık 2010 Pazar

Tanrinin elleri...

Gozlerimden akiyor yaslar. Baskalarinin bile acilarina tahammul edemiyorum artik.
Niye agliyorsun diyorum, soruyorum kendime. Cevap bulamiyorum.
Ne icerde uyuyan kiz cocugunun annesiyim, ne yorgunluktan koltuga yigilmis adamin karisi. Ne kardesimin ablasi, ne annesinin kuzusu. Hicbirseyim, herkesin birseyi gibiyim belki ama hicbirseyiM.

Ruya gormenin guzelligini anliyorum su an'da. Korkunc oldugunda nefes nefes kalkarsin, boncuk boncuk terlerini silerken, kalbini sakinlestirmeye calisip, ruyaymis dersin.
Guzelse yorgani cekersin basina, gozlerini simsiki yumarsin devam eder ruyan, nasil oldugunu hic bilemesen de bir kac saniye daha oynatirsin filmini. Sonra yorgani acip, gulumsersin yatagindan disari. Guzel bir ruyayla baslar guzel bir gun. Sanstir.

Oysa simdi, ne ruyadayim, ne gercegim. Ne uyuyorum, ne tam uyanik. Uyku sersemi, mahmur. Tut ellerimden n'olur, al artik yanina. Dayanilasi degil buralar...Askinda erit beni, bitir... Bitti bu ruya diyeyim. Biliyorum kim oldugumu, uyandim diyeyim. Gel artik, bitti gozyaslarim yoluna...
Oyle yakinim ki inkarin sozkonusu degil, avuntular oyle uzaktalar ki oyalayamiyor bu gece beni. Yaniyor icim, yaniyor, acimiyor.


* Sarki baskalarinin acilarini dinlerken cikti karsima...



Rüzgâr eserken,
Yapraklar dökülür,
O berrak yüzünden bir damla süzülür,
Bu ayrılık...

Kalbindeki en büyük yaradır artık...
Ve güneş batarken, çocuklar uyurken,
Başucunda bekleyen yorgun bir melektir...
Ve her gece sabret diye saçlarımda dolaşan Tanrı'nın elleridir.

Ne büyük, ne derin, ne siyah, ne keskin,
Hep ayrılık gibi o kırılgan gözlerin,
Unutma...
Unutma...
Dikecek yırtılan geceyi sabaha...

Ne büyük, ne beyaz, ne eşsiz, ne duru,
Hep sarılıp sarıyor üşüyen ruhumu,
Bırakma!
Bırakma elimi düşerim karanlığa.

Yasayanlar...

Narayanan Krishnan,

Isvicre'de bes yildizli bir otelde takimiyla beraber calisan odullu bir asci. Hindistan'a ailesini gormeye gittiginde, yolda bir adamin kendi diskisiyla beslendigini gorunce inanilmaz cani yaniyor. O andan itibaren adami beslemeye basliyor ve benim yapmam gereken iste bu diyerek isini terkediyor. 2002 yilinda gordugu bu manzara onu asla terketmiyor. O gunden bu yana sabah saat 4'de kalkip, kendi pisirdigi sabah kahvaltisi, ogle yemegi ve aksam yemegini, bagislanan bir arabayla 125 mil yaparak, yolda gordugu butun ihtiyaci olanlara yemek dagitiyor.
Kurdugu kar amaci gutmeyen derneginin ismi Akshaya, anlami ölmeyen, silinip gitmeyen. Insan sevgisinin ölmemesini ve silinip gitmemesini diliyor. 29 yasinda isini birakip kendini aclara ve zihinsel ozurlulere adamis bu genc adamin kendini gecindirecek parasi yok. Ailesi cok ofkelenmis baslangicta, cunku egitimi icin cok para harcamislar. Sonra Narayanan israr etmis annesine, gel gor beni diye. Annesi oglunun bir gununu gordugunde, sen onlari besliyorsun, hayatim boyunca ben de seni besleyecegim demis. Bugunde kadar Narayanan 1.2 milyon ogun sunmus. Yemek yedirdigi insanlari taniyor, isimlerini biliyor, onlari tras ediyor, saclarini kesiyor, yikiyor. Artik kendimi cok rahat hissediyorum, yaptigim isi seviyorum, diyor.

Linda Fondren,

2006 yilinda 54 yasindaki kardesini kanserden kaybetmisti. Olum nedeni kanserdi ama olume sebebiyet veren onun obez olusuydu. 1.47 cm'lik bedeninde 120 kilo tasiyordu. Missisipi'liydi kardesler. Obez olmasi sasirtici degildi cunku bu eyalet Amerika'da son alti yildir hic sekmeden hep en sisman eyalet seciliyordu. Linda yasadigi eyaleti en sisman eyalet lakabindan kurtarip en saglikli (en fit) eyalete donusturmek istiyor. Menuleri et, tavuk, patates kizartmasindan olusan restaurantlari menulerine saglikli bir yemek cesidi koymaya ikna ediyor. Okullarda, kiliselerde bedava fitness dersleri veriyor. Saglikli beslenme konusmalari yapiyor. Neyi neyle degistirebileceklerini anlatiyor bikip usanmadan. Insanlarin yasadiklari hayatin saglikli olmadigini anlamalarini sagliyor. Cunku herkes sisman ve birbiri gibi gorundugunden, kimse icin sorun olmamis bugune kadar. Herkesin haftada 250 gr. vermesi icin ugrasiyor. Hayatini kurtardiklari insanlar var, ve hayatini kurtaracagi bir eyalet.

Dan Wallrath,

Afganistan ve Irak'tan sakat donen, dondugunde kendini gunluk hayata adapte edemeyen, bacaklari olmadigi icin merdivenleri cikamayan, kollari olmadigi icin kapilari acamayan asklerin yasadigi izdirabi goren Dan, Houston, Texas'ta onlar icin ozel evler insa etmeye baslamis. Ve bedava anahtar teslim etmekte. Onlar bizim hayatlarimiz icin kendi hayatlarini feda ediyor, en azindan donduklerinde onlara baslarini sokabilecekleri ve huzur icinde, zorlanmadan yasayacaklari evler sunabilmek en buyuk hayalim diyor. Tanri'ya beni enstrumani olarak sectigi icin sukran duyuyorum diyor.

Anuradha Koirala,

Kathmandu, Nepal'de satilan kizlari kurtarmaya adamis kendisini. Kiz cocuklari daha kucuk yaslarinda, onlara cok iyi is bulduk yalanlariyla ailelerinden para karsiligi aliniyor. Sonra hayat kadinligi yaptirtiliyor. Isyan edenler elektrik sokla terbiye ediliyor. Bir kiz gunde 25-35 musteriye hizmet ediyor. Yaslari 15'den buyuk degil. Anuradha kucuk ekibiyle sokak sokak geziyor, halki egitiyor. Ailelere kanmamalarini ogretiyor. 1993'den bu yana 12000 kiz cocugunu kurtarmis ve kendi merkezine getirip rehabilite etmis. Kizlar merkeze geldiklerinde cogunda HIV+ virus bulunmus. Taciz, dayak, tecavuz hepsinin basindan gecen.
Gozlerinizi kapatin ve dusunun o kiz cocugu sizin de cocugunuz olabilirdi. Simdi gozunuzu acin ve bakin butun kiz cocuklarini kendi cocugunuz gibi hissedeceksiniz, diyor.
Kizlar gozyasi dokuyor, beni annem dogurdu ama Anuradha'nin bana verdiklerini, ne yapsam odeyemem diye...

Evans Wadongo,

Nairobi, Kenya'da cocuklar gunduz calisiyor, hem de okula gidiyor. Sonra eve gelip ders calismalari gerekiyor, cunku ogretmenleri ertesi sabaha teslim edecekler odevler vermis. Ve ogretmen mazeretleri anlamiyor. Bir dolar kazanmak zorunda olan ailenin, cocuklarinin da calisamasi gerektigini unutmus belki de. Cocuklar gunduz calistiklari icin odev yapma zamani aksamlari, ama aksam da yapamiyorlar cunku isiklari yok. Kimilerinin var onlar da cok pahali aydinlatmasi ve yakacak paralari yok. 23 yasindaki Evans bir lamba icat ediyor. Led isikla aydinlatiyor ve cok cok ucuz pille calisiyor ve uzun sure dayaniyor. Bugun kadar 14000 tane uretmis ve dagitmis. Cocuklar ders calisabiliyor, ilkokulla sinirli kalan egitimleri ortaokula devam etmeye baslamis bile. Daha cok isik lazim diyor, daha cok aydinlanma...

Dun akittim gozyaslarimi sizlere, yaptiklariniza, guzel koskocaman kalplerinize. Icine kimbilir daha kimler sigacak. Narayan daha kac ac insanin ayagina egilecek, yikayip temizleyecek. Anuradha daha kac gozu yasli bacagi kanli kizi kurtaracak. Dan kac umudu Irak'ta bombalanmisi uyutacak Tanri'nin huzurlu kollarinda. Linda kac kisiyi agirligindan kurtaracak. Evans kac kisinin evini degil sadece, kalbini aydinlatacak?

Peki, peki, icim aciyor, nefes alamiyorum dunden beri... Peki,
sen nasil yasadin 2010'u Uma'ji?!?

25 Aralık 2010 Cumartesi

Resurrection

Christ is the ego. The cross is the body. When the ego is crucified, and it perishes, what survives is the Absolute Being, and this glorious survival is called Resurrection.
~ Ramana Maharshi

24 Aralık 2010 Cuma

Nardugan


Türklerin tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir AKÇAM ağacı bulunuyor. Buna hayat ağacı diyorlar.

Gunes Türklerde çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. Bu güneşin zaferini, yeniden doğuş olarak nitelendiren Türkler bunu büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor. Bayramın adı; NARDUGAN (nar=güneş,tugan, dugan=doğan) DOĞAN GÜNEŞ. Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar. Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı'dan. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş. Akçam ağacı, yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş. Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve
bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardangörerek aldıkları
söyleniyor. "Doğum, güneşin yeniden doğuşu"
diye anlatmis Sule http://lovepeaceandharmony.ning.com sitesinde.

Biz de temizledik evimizi, kendimizi. Suslemistik agacimizi, rengarenkti isiklari. Sonra tarcinli mumlarimizi yaktik ve tutsulerimizi.
Karanligin en uzun oldugu bu gunlerde Hindular Deepavali diye kutlamisti, Museviler Hannukah, Hristiyanlar Noel.
Bizim evde butun ritueller kendince yerini bulur icimizin kabulune gore. Ne musluman, ne hindu, ne de hristiyanizdir. Tanriseveriz...
Tek duam var, her daim ettigim. Isa bilincine ulasmadan ruhani hayata baslamamiz sozkonusu degildi. Herkes bunu hristiyanlik olarak algilasa da Isa diye isimlendirilen " I AM" e dokunmamizla baslamisti ruhsal yasamimiz. Isa insanlara seslenmisti: " Babama giden yol BEN'den geciyor" Kendi degildi aslinda kastettigi, Ben'di, I am'di. O yuzden demisti "Babama ait olanlari almaya geldim" diye.
Isa'dan baslayan iste o Ben'den sonra gelenlerin Babamiza teslim edilisiydi.
Ne zaman uzasa cumlelerim, yedigim tokatlarla sessizlesiyorum.
Bir sene daha geldi, gidiyor iluzyonu icinde, fakirlerin fakiri olmama yardim et. Bir BEN kalsin, butun kelimeler senin olsun. Gozlerim bir SENI gorsun, kulaklarim bir SENI duysun.
Gunesi doguran da sen, batiran da. Geceyi baslatan da sen, bitiren de. Gel ruyama da uyandir tumden...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Gicigim

Insanin icinden bir akanlar vardir, bir de insanin kendini akittiklari. Ben su kendimi akittiklarima gicik oluyorum...

Bir guzel insan bir blog yazmis, bilgilendirmis ve guzellestirmis. Gitmisim yorum yazmisim bilgiyi daha da dogru hale getirmek icin. Niye ?? Niye ki? Cok biliyorsun, ee noluyor? Bir satir daha ekstra bildin, yazdin yoruma, noldu ogretmis mi oldun ? Sana ne? Ogrenmek isterse bin kitap var acar okur ogrenir. Bana anlatir misin dedi mi ? Demedi. Bir yorum da kesmemis. Butun blogunu okumussun, eksik olan bilgileri duzetmis, eklemeler yapmissin...

Gicik oluyorum...

Yaz kendi kendine, icinde olup biteni. Okurken gordugunu de yaz. Gormek de guzeldir ve iki kisi ayni yere bakarken gordugunuzu paylasmak. Ama sana ne gidip milletin sitesine ekstra bilgi veriyorsun. Cok icin sistiyse, gel evine, bloguna, yaz ne istiyorsan.

........

Artik gicik olmuyorum.

Ogrendim sanirim bu sefer.

Her bunu yaptigimda ilkokul oncesi, bir yaz ayi, diger cocuklara Tanri'nin ne kadar buyuk oldugunu anlattigim gun geliyor aklima. Tanri bu kadar buyuk, birinci bahce gecilir, daha da buyuk ikinci bahce de gecilir. Daha da buyuk ucuncu bahcenin demirlerine varilir. Cocuklar arkamdan bagirirlar, gitme oraya kopek var diye. Dinlemem, bagli kopek sorun degil, Tanri daha da buyuk diye girerim ucuncu bahceye. Kopek 50 mt.lik zinciriyle kovalar beni bahce kapisina kadar ve babaanemin diktigi firfirli fistik yesili cicekli etegim, kopegin agzina tikilarak can kurtarilir elinden.

Dersimi o gun alsam bugun hala gicik oluyor olmazdim herhalde kendime. Neyse yolun neresinden donersek kardir herhalde.

Yorumlardan sonra degistirilmis son paragraf :)

Dersimiz neymis, "Baskasinin bahcesine girip Tanri'nin buyuklugunu anlatabiliyormusuz, ama yeter artik bilgiyse sozkonusu olan birak herkes kendi arastirsin. "

ASKla...

21 Aralık 2010 Salı

Skype

Bugun kuzinle skype'da konustuk. Goruntulu konusmalardan hani. Arada kitalar da olsa karsinda ya konustugun kisi.

Cocuklar konustu once, birbirlerine hayvanlarini gosterdiler. Sarkilarini soylediler. Sonra onlar ayrilinca kameradan biz kaldik basbasa.

Nasilsin? dedi

Iyiyim, dedim.

Cocuklar araya girdi, gitti.

Bana anlatacagin seyler var mi? dedi.

Iyiyim, cok iyiyim, dedim. Sonra zihnim telasla anlatacak sey aradi. Yarim yamalak buldum birseyler, anlattim hizli hizli.

Skype'ta konusma. Karsimda hem kuzin var, hem de altindaki kucuk kamerada ben.
ben anlatiyor hizli hizli, Ben seyrediyorum. Ben'in seyrettigini goren benin dili dolandi. Hem hizli konusmaktan, hem de yakalanmis olmaktan. (neyi anlatiyorsun dediM)

Sonra cocuklar girdi yine araya.

Kuzin yarin konusalim dedi.

BEN konusacak birsey yok, dedim.

Iyi oldugunu biliyorum da bak birikmis bin tane sey, konusuruz yarin dedi.

Ne zaman musait olursan, dedim.

BEN sus/tum.

Kendinize iyi bakin, opuyoruz dedim.

16 Aralık 2010 Perşembe

Istiyorum oyleyse korkuyorum

Kitaplarda okumuslugum vardi ama hep bir kulagimdan girip digerinden cikmisti. Iki uc gundur ise derin bir deneyim yasatiliyor bu iki kelime tarafindan. Bir seyi istedigimi farkettigim anda butunum, zihnim, bedenim herseyim, farkinda oldugum herseyim ile korkuya dogru kayiyoruz. Ve aslinda istedigim seyi istemedigimi sadece korktugumu goruyorum. Sonra soruyorum neden korkuyorsun diye? Cevap hep Tanri'ya yeterince guvenmedigime dayaniyor. Evet komik tabii, butun yasadiklarima ragmen hala "Tanri'ya guvenmiyorsun" mesajlari almak. Sonra Tanri'ya guvenmeyenin kim oldugunun izini suruyorum. Ego'ya geliyor, Uma'jiye cikiyor yol. Bu beden ne zaman Uma oldugunu dusunse birsey istiyor, ve bakiyor ki istemiyormus, korkuyormus, cunku Uma olunca Tanri olunmuyormus. Kim ne derse desin. Ben Uma, sen de Tanri diye ise cumle, Ben Uma konumundaki kisinin Tanri'ya %100 guvenmesi mumkun degil, cunku sahsiyet oldugumuzda, kendi dunyalarimizin Tanrisiyiz. Bizden daha onemli kimse yok, bizden daha degerli, daha iyi bilen, daha daha daha...
Ne zamanki Uma siliklesiyor, iki uc tokatla yerlere yigiliyor sesini cikaramiyor bir sure, iste o zaman ne istek var ne korku, hersey olmasi gerektigi gibi akiyor.
Su istekten korkuya ilerlemeyi bir ornekle anlatayim.
Mira okula gitmemiz gerekiyor, giyinmen lazim, yoksa gec kalacaksin.
Mira giyinmiyor.
Yukardaki cumle cok masum gibi duyulsa da Uma Mira'nin okula zamaninda gitmesini istiyor. Iki nedeni var: 1- Uma gec kalinmasindan nefret eder, bunun karsidaki kisiye saygisizlik oldugunu dusunur. Ve KENDI KIZI nasil gec kalip baskasina saygisizlik yapar (sahiplenme ile beraber istek var cumlede)
2- Mira okula gidince Uma yalniz kalacak ve her ne yapmak lazimsa onu yapacak (Mira okula gec kalirsa, Uma'nin da zamani azaliyor ve Mira Uma'nin zamanini ihlal ediyor. UMA'nin ZAMANI sahiplenme ve isteme yine)
Sonra bu istekler nereye gidiyor diye takip ediyorum. Herbiri istekmis gibi gorunuyor. Ancak iyi baktigimda sunlar goruluyor. Benim kizim yanlis bir sey yapamaz, ben yanlis birsey yapamam, yanlis birsey yaparsam onaylanmam, saygi duyulmam, kabul edilmem. YOK SAYILMAK.
Oysa Yok sayilan kim ? Uma? Tanri bilincimizin boyle bir sorunu var midir? Asla.

Iste o yuzden teslimiyet en son adim, iste o yuzden Islam (teslimiyet) son din deniyor. Cunku teslimiyette Uma kiyafetinden soyunuyor ve ciplak kaliyorsun, cirilciplak.
Mesaj yerini buluyor yine. Ne zaman yogun bir sekilde Uma olsam, evet sana guvenmiyorum cunku Uma'yi ve isteklerini yani korkularini daha cok onemsiyorum. Thy will be done degil My will be done diyorum. Ve sukrediyorum gecenin sonunda yeniden gunes doguyor ve goruyorum... SENI o isil isil parlayan gunesimi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Kahve Dunyasi

Yillar once Hindistan'a ilk gittigimde, bir arkadasim kendi meditasyon hocasinin kitabini vermisti. Ismini maalesef animsayamiyorum. Kitabinda zihni terbiye etmekten bahsediyordu. Aklimda kalmis ornek anlatayim. Kaju'ya bayilirmis kendisi. Kaju yemeden gecmezmis gunu. Amerika'ya gittiginde de degismemis bu sevgisi. Meditasyon uzerine uzmanlasmaya basladiktan sonra (boyle denmez de, ben kelime bulamadim yine) gormus ki, zihni kaju istiyorum diye komut veriyor icerden, o da kalkip ne yapiyor olursa olsun, isi gucu birakip mutfaga gidiyor ve kaju alip yiyor. Sonra bu sistemi degistirmeye karar vermis. Her icerden kaju istiyorum sesi duydugunda, bunu duymazdan gelmis, yedigi zamanlarin aralarini acmis, ve hic aklinda olmadigi zamanlarda bir miktar yemeye baslayarak zihninin bilegini bukmus.

Birkac gun once rajasik dogamdan bahsetmistim. Yediklerime dikkat etmekle ve en onemlisi kahve tuketimime bir dur demekle basladim ise.
Yine ilk Hindistan'a gittigimde, Devi Temple'a cikarmislardi beni. Orda dilek diliyorsun ve karsiliginda da kendinden bir adak veriyorsun. Ben O'nu dilemistim ve kahve icmeyecegim demistim :) Dilekler bir yillik donemler icin genelde dileniyordu. O'nu istememin karsiliginda ne versem az gelirdi ama, kahveye oylesine bayiliyordum ki, oylesine zevk veriyordu ki icmek, onsuz olamayacagimi dusunuyordum. Hayatimda baska da oyle birsey olmadigi icin onu adak etmeye karar vermistim. Uzerine Mira'ya hamile kaldim, sonra da 2 yil emzirdim. Dolayisiyla toplamda 3 yili gecen bir sure hic kahve icmemistim. Emzirme konusu kapaninca kendimi bu rutine dondurmekten cok buyuk keyif aldim. Ve iki yildir da kahve iciyorum yine. Gunde bir fincan, cok nadir iki fincan. Uc gun onceye kadar.

Zihnimin nasil da kontrolunde oldugumu farkedince birbirimize veda ettik yine. Alt tarafi iki yildir hergun iciyordum, zor olmazdi, bir iki gun basim agrir diye dusunuyordum. Ama oyle olmadi. Ben bir alkolikmisim gibi koltuga yapistim iki gun boyunca. Basagrisi denemezdi beynimin icindeki ugultuya ve sarsintiya. Butun hucrelerim, etim, kemigim dagilmis gibiydi. Gunduz uykularini hic sevmeyen ve hicbir zaman da uyuyamayan bendeniz, iki gun koltukta sizdim kaldim gunun orta yeri, cunku gozumu acamiyordum. Nihayet ucuncu gun kendime gelmeye basladim. Sabah uyandigimda enerjim normaldi, kendimi temiz ve canli hissediyordum.

Bu sefer sonsuza kadar vedalasmadik kahveyle, ancak hayatimdaki onemine son verdigim kesin.

Herkes mim gonderiyor ya birbirine, ben pek haz etmiyorum mim isinden. Ama eger okuduysaniz bu yaziyi, hadi denemesi bedava, kendinize hayatinizda cok onem tasiyan birseyi secin ve birakin bakalim bir sureligine, ne kadar kalacaksiniz, ne kalacaksiniz? Zihnin kolesi olmaktansa kendinizin efendisi olun bu zaafiniz karsisinda bir sure de olsa. Belki cok begenir hep efendi kalmak istersiniz, kimbilir?

Askla...

9 Aralık 2010 Perşembe

Sattva

Boyle seyler soylenmez ama burasi benim gunlugum, soylerim. Gizli degil, isteyen okur o yuzden kimse kusura bakmasin yine...

Bugun bir Bhagavad Gita daha bitti. Sukur ki Sattvik ve duzenli yaptigim tek sey gunluk Bhagavad Gita okumasi son aylarda.
Cok fena kafam bozuk. Hep ayni mesaji aliyorum, hic hosuma gitmiyor.

Dogamiz neyse ona gore davraniriz. Ne yersek oyuz. Her okudugumda Rajasik Sattvik buluyorum dogami. Hep kivirtiyorum, ama soyle de o yuzden boyle diye. Bugun yine son bolumde Gurudev gecti karsima. Anlatti bir bir. Hic acimasi yoktu. Zaten yeni yazmistim kulaklar ustune mirildanmalarimi. Sesini duymak istiyorum diye mizildaniyordum. Sukur hemen cikageldi. Diyorlar da kimse inanmiyor. Gercekten yanibasimizda duruyor. Yeter ki biz bakalim diye yapmadigi kalmiyor.

Bugun Mira'ya soyle bagiriyordum, ki kime soylesem hakliydim, ama ben icte biliyorum hakli diye bir konu olmadigini. Neyse dedim ki: " Bak ben seninle insan gibi konusmak istiyorum, guzelim, canim, hayatim diye soylerken gerekenleri beni duymani istiyorum. Esek gibi anirdigimda degil". Sonra hisim gibi ciktim odasindan, burnumdan soluyordum boga gibi. Sonra ustunu giydirme seremonisinde kedi gibi kinliydim.
(Oysa kurban bayrami geceli olmustu, ve ben hayvanlarimi kurban ettim diye umit etmistim, o gune mahsusmus demek sadece, cunku hepsi hala burdaydi)

Bhagavad Gita'nin son bolumunde gecti Gurudev karsima, tuttu ellerimden, okudu bana yazdiklarini, Lord Krishna'nin soylediklerini yorumladi bana.
Baktirdi yediklerime ictiklerime. Kahve, cay, yumurta, patates, sogan, sarimsak, sebzeler, dunden kalmis zeytinyaglilar, dondurma (tamasic), soya kiymasi ile yapilmis tacolar, soyadan yapilmis tavuk parcalariyla hazirlanmis burritolar, icine aci sos, makarnalar, pilavlar, bakliyatlar.
Cogunlugu rajasik yiyecekler.
Ben yuz yil insan gibi konusmak istiyorum diye aglasam da, hic mumkun olmayan bir duaya amin demekteydim, duymustum.
Ahh Gurudev, bilsen nasil icim kasiliyor, ama anladim.
Sormustun ya BEN mi, sunlar mi diye, izin ver SENi seceyim. Izin ver su testi de geceyim.

ASKla...

Kulaklar ustune kendi kendime konusmalar...

Kulaklarim mi temizleniyor acaba?
Etrafimda herkesin kulagiyla ilgili bir konu.
Ben ise her kavgada "neden kimse beni duymuyor" diye haykiriyorum.

Neyi duymuyorum acaba?
Ne diyorsun da sagir kulaklarim anlamiyor dedigini.
Kulaklarindan uyarici sinyaller alan arkadaslarim,temizleniyorsunuz degil mi? Iyilesiyor degil mi kulaklariniz?
Benim de temizleniyordur o zaman.
Keske anlasam su siralar ne dedigini?
Gurultu cok olsa gerek ki ben de avaz avaz bagiriyorum, neden kimse beni duymuyor diye...

Susmak lazim, durmak lazim.

Susuyorum da, vallahi de susuyorum !
Icim de suskun, billahi de oyle!
Zihnimde hicbir kelime cikmiyor sessizligimde.
Dua okuyor icimde bir dil

AUM BHOOR BHUWAH SWAHA,
TAT SAVITUR VARENYAM
BHARGO DEVASAYA DHEEMAHI
DHIYO YO NAHA PRACHODAYAT

Oh God! Thou art the Giver of Life, (Tanrim, Hayati bahseden)
Remover of pain and sorrow, (Aciyi ve uzuntuyu silen)
The Bestower of happiness, (Mutlulugu ihsan eden)
Oh! Creator of the Universe, (Evrenin yaraticisi!)
May we receive thy supreme sin-destroying light, (Gunahlari yokeden isigini almamiza izin ver)
May Thou guide our intellect in the right direction. (Zihnimize dogru yonde gitmesi icin rehberlik et)

Ne kadar zaman boyle geciyor peki?
10 dk, 20 dk?
1 saat?
1 saat ile 2 saat arasi diyelim bol keseden soyleyerek.
Geriye kaldi 22 saat.
8i uykuda, 2si yemek pisirmek, servis yapmak, temizlemekle, 2 saat de Mira ile oyun ve ona hizmetle. Kaldi 10 koca saatin.
Dur da bak bakalim, neler yaptin susmak ve durmak yerine?



Ashram'in altinda cd, tutsu, kitaplar ve bilumum incik cincik satan dukkanda calan Gayatri Mantra caliyor yukarda.
Rishikesh kokuyor...

O sevsin yeter

Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir,gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir. Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. 'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.' Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ... 'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.' Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir. 'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?' Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...Hamamcı 'vezirler' der almak istemez... Padişah ise, 'ne olursun' der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar: 'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.' Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır... Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir... Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur: 'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.' Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. 'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; 'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar... 'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerd e tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...' Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir: 'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir...

Know the Guru by Swami Sivananda

Guru leads man to God. Guru, mantra (mystic formula) and devata (deity) form a unity. Guru is present in the mantra which he enlivens and communicates. The mantra is the body of the devata. The guru is the embodiment of the deity that is invoked.

True guru is living God. Devotion to guru trains your heart and prepares for devotion to the Lord. Gurus are plenty but good disciples are very rare. When the disciple is ready the guru appears. He who has a guru can alone know Brahman, and the knowledge received from a teacher alone becomes perfect.

Initiation is necessary to go along the spiritual path. Guru shows you the path. When you are initiated your body and mind become purified. The highest spiritual wisdom experienced by the seers of truth in ancient times, has been passed down to the present day, through an unbroken line of traditional teachers.

Have self-control, tranquillity, sincerity and humility. Then approach the spiritual preceptor. Then alone you will be benefited. Hear silently - anything that your guru may say - hear with faith and bhava. Adapt yourself to his ways. He who serves the preceptor and follows his instructions gains the greatest benefit. He who speaks ill of his guru and does not follow his instructions loses most.

A perfect guru is learned in the scriptures and is desireless. He is a boundless ocean of mercy. He is a full knower of Brahman. He is a friend and a guide to those who have surrendered to him.

Guru is the word. The word is guru. Though God is indescribable, you can see and realise God through the guru.

---

Here are the characteristics of a real guru. If you find them in any man accept him at once as your guru. A real guru is one who has full knowledge of the self and the vedas. He dispels the doubts of aspirants. He has equal vision and balanced mind. He is free from likes and dislikes, joy and sorrow, egoism, anger, lust, greed, pride, etc. He is an ocean of mercy. In his presence one gets peace and elevation of mind - all doubts are cleared. The guru does not expect anything from anybody. He has an exemplary character. He is full of joy and bliss. He is in search of real aspirants.

5 Aralık 2010 Pazar

Kapat kapilari

Oyle bir dunyada yasiyorsun ki hersey siziyor. Bir nevi Wikileak. Ama burda sizanlar hukumet sirlarindan daha buyuk. Enerji siziyor disari, Tanri siziyor, eksiliyor, eksiltiyorsun...

Gune basliyorsun, gun zaten icinde yeterince sorunsalla bekliyor seni. Bekliyor bir bir daglari tepeleri asmani, bir cicegin yanina varmani, bakmani, koklamani, sukretmeni.

Gune basliyorsun, aciyorsun bilgisayarini, okuyorsun emaillerini. Guzel haberlerle beraber yerini aliyor ic kararticilar. Oysa daha gazeteleri okumaya da baslamamistin.
Onlari okudugunda ise basliyor kanla canla carpan kalbin grilesmeye. Oysa daha sabah. Sonra kalkiyorsun yerinden isler, gucler, ya isindesin, ya evindesin. Heryer ayni, heryerin kendince isi, kendince sorumluluklari. Yerine getiriyorsun ardi ardina, sonra bir daha basina geciyorsun bilgisayarinin. Simdi de butun tanidiklarini biriktirdigin sayfani aciyorsun. Herkes orda, konu komsu, sevdigin sevmedigin, ilk askin son askin, patronun, onun karisi belki. Herkes yani. Dunyana girmis herkes.
Sonra basliyorsun onlara bakmaya, okuyorsun yazdiklarini, goruyorsun yorumlarini, begendikleri sarkilari, filmleri, fotograflari. Her tanidiginin foto albumu elinin altinda. Herseyleri icinde. Onlara bakiyorsun, kendini ya kucumsuyor ya buyutuyorsun. Sarkilarla ya kendini gulduruyor ya aglatiyorsun. Yorumlarla karar veriyorsun o kisinin nasil biri olduguna, etiketliyorsun.

Sonra sosyallesiyorsun, ya arkadaslarinla, ya cocuklarinin anneleriyle, ya sokaktakilerle yani hic tanimadiklarinla. Kimi seni guldurse de, icini bir nebze isitsa da, cogu tutup elinden seni daha da asagi indirmek icin burda sanki. Oysa zaten gun yeterince zorlu degil miydi?

Ve nihayet aksam, el ayak cekilince, aciyorsun televizyonunu, sansliysan kacirmissin ana haber bultenini. Devamindaki dizilerde tecavuze ugrayip, dayaklar yiyor, esrar kacakcilariyla ucaklarda kaciyorsun.

Ve kumanda elinde, kapa dugmesine basip, gidiyorsun Tanri'nin kollarina.

Bunun icin mi gelmistik buraya? Nerede o yuregimizdeki Tanri?
Ne zaman geldi de biz kacirdik?
Yoksa inanmiyor musun hala varligina?
Swamiji videosunda soyluyor, eger hala varligini sorguluyorsan, buyumelisin artik!
Sorgulamiyorsun, peki nasil olacak bu is? Nerden duyacaksin sen O'nu? Ne zamanlar konusuyor sana?

Ne zaman konusuyor bana?

Ne zaman kaybolmadiysam, ne zaman BURDA isem.
Ne zaman kulaklarimi disari kapatip iceri actiysam.
Ne zaman gozlerimi disari kapatip iceri baktiysam.
Ne zaman agzimi-burnumu disari kapattiysam.

Mucizenin icinde yasiyoruz. Sustugumuz, durdugumuz her AN, BIRiz. Ve biz her AN kaciyoruz bu Bir'likten. Korkuyoruz, olesiye korkuyoruz. Olmekten korkuyoruz. Oyle degerliyiz ki kendimize. Kendimizi asagilamak, asagilatmak bile olmekten iyi geliyor. Herseye razi geliyoruz bir tek olmeyelim diye.

Oysa her An bir firsat tasiyor icinde. Secme sansini vermis bize. Ben'i mi istiyorsun, yoksa "sunu" mu?, diye soruyor bize.
Ve biz kendimizi korumak adina seciyoruz "sunu"
Ve kaybediyoruz kendimizi...
Kaybetsek de O her daim orda bekliyor, ve hic bikmadan soyluyor ikibin yildir!

Be Still and Know that "I am" GOD...

Tam ortasindayim

Aksamustu yemek pisirirken, derinlere dalmis, sadece benle beraberken, birden sarki soylemeye basladim. Yarim yamalakdi cumleler, unutmusumtum, sozleri yillar oncesinde kalmisti belli ki. Simdi geldim baktim neymis diye, okudum, guldum, gozumun kenarinda bir gozyasi esliginde...


Tam ortasindayim yagmurun
Karin sogugun ortasindayim

Nasil da paylasiyor insan isterse
Nasil da birmis meger hasretler
Nasil da mecburmusuz
Sabretmeye, sevmeye, ögrenmeye


Tam ortasindayim yolun
Kosunun ortasindayim

Tam variyorum ki hedefe
Bir yenisi basliyor
Bu oyun hep ayni degismiyor
Hala devam hala figan
Hem de bile bile

Nasil da paylasiyor insan isterse
Nasil da birmis meger hasretler
Nasil da mecburmusuz
Sabretmeye, sevmeye, ögrenmeye

1 Aralık 2010 Çarşamba

Degismek

Gecen gece aglayarak dua ettim, "Tanrim, Gurudev, Swamiji, ne olarak duyacaksan sesimi, lutfen degistir beni" diye

Insan isterse degisir mi?
Yillarca kilo vermeye, yillarca kontrolu birakmaya, yillarca olumlu dusunmeye, yillarca sunu bunu yapmamaya veya yapmaya calistim.
Ben istedigimde hangisi degisti, neden degismedi? Yeterince istemiyor muydum ki?
Damarlarim titriyordu istemeyi dusundugumde, oylesine istiyordum. Neden degisememistim, neden degismiyordum.

Zihnim cunku ile baslayan bir suru cumle yazmaya hazir. Kusura bakma bugun seni konuk edemeyecegimi soylemeliyim. Ihtiyacim yok duymaya cunkulerimi, cunkulerinizi...

Tanri istemeden olmayacagini ogrendim sadece. Bir yapragin kimildamadigini, bir gulun acmadigini, bir kusun sakimadigini ogrendim. Su an, simdi ogrendim. Fransizcada ezberlemek icin "apprendre par coeur" denir, yani kalpten ogrenmek. Neydi diye dusunmezsin, zihnin kenara cekilir, kalbinden bilirsin.

Ogrendim ve yine yalvardim.

Gecen gece aglayarak dua ettim, "Tanrim, Gurudev, Swamiji, ne olarak duyacaksan sesimi, lutfen degistir beni" diye...

Sabahi Mira uyanir uyanmaz babasinin kucagina atlayip; "baba annem degismisti, erkek olmustu. Iki peri geldi, biri erkek, biri kiz, anneme degneklerini degdirdiler. Annem erkek olmustu baba!" diye ruyasini anlatti heyecanla, bugune kadar net anlattigi ilk ruyaydi...
Onunki mi ruyaydi, benimki mi?

Dua ettim, lutfen degistir beni diye...
Kalpten ogrendim o istemeden hicbir sey olmaZ.

30 Kasım 2010 Salı

Ev

"Yaz" demisti oysa bana.

Annem size sormami istedi, ona soyleyeceginiz bisey var mi dedigimde, Swamiji uzaklara dalmisti her zamanki gibi sonra geri gelmis, sakince asagi benim gozlerime donup, "annene soyle, yalniz oldugu zamanlar yalniz degil, O'nun huzurunda. Bunu bilsin ve mutlu olsun, ve digerlerini mutlu etsin" demisti.

Yazdigim emaillerimden birine cevap olarak da soyle soylemisti;"kocana ve cocuklarina hizmet et, onlari mutlu et. Bu hayatta Tanri'nin cemalini goreceksin"

Okumayi bildigim gibi duymasini bilmiyordum sanirim dune kadar. Bunu bildigi icin sanirim bana "yaz" demisti. Ancak kelimeler bu bedenden cikip kagida veya benzerlerine dokuldugunde anlayabiliyordum halimi.

Peki mesaji tam 3 yil once duyan bu beden ne yapti? Duydu mu? Duymus gibi mi yapti?
Duydu da kafada mi yazili kaldi, yoksa cevap kalbe indi mi?

Sorulari yazarken cikiyor zaten cevaplari, tekrar etmeye gerek yok.

Eger yurege inmis olsaydi kulaktan iceri gelen, kafa da takili kalmasaydi yasanmazdi dun yasananlar.

Ruyamda sigara iciyordum, sabaha karsi uyandigimda bir sıkıntı var sanırım, diye icimden konusmustum. Sonra yeniden uykuya dalmistim.

Sabah daha gozkapaklarim acilmadan gun, yasatacaklarini hazirlamisti. Hayat gelmisti yanibasima, bir eliyle karnimi sıkarken, bir yandan beni ordan oraya itelemis, kakalamis, "silkelen" diye bagirmisti.

N'oluyorrrr derken dilim, iceride bir sey hic kipirdamamisti. Sahnenin arkasinda kalan seyretmisti. Hayatin nasil acimasizca silkeledigini.

Neden silekelemisti hayat? Swamiji'nin videosunda soyledigi gibi ellerimizi acip nehrin orta yerinde akmamiz gerekirken okyanusa, bu beden kenardaki tasin ustunde neden yosun var diye sormustu?

Tutunmazken binlerce seye, geriye kalan birkac tasin, rengine, sekline, durusuna takilan bu beden alabilecegi en sert cevabi almisti hayattan.

El cekildi, birakildi beden nehre, durdugu, olmasi gereken yere. Beden silkelenmekten acimis, yorgun. Seyreden biri var, huzuru hep yerinde...

Lak lak pencerelerine dokulen kelimelerimi geri cagirdim.
Digerlerini mutlu etme gorevini anneme biraktim.
Eve geri dondum, cocuguma, kocama.
Sorumlulugum kimseye O'nu anlatmak degildi. Kendimi anlamaya calisirken burda konusabilirdik satir aralari.
Swamiji bana "konus" dememisti.
Dinlerken de, konusurken de hep O'nu arasam da, gorevim kocam da ve cocuklarim da O'nu bulmakti. Gerisi taslarin ustundeki yosunlara, sekillere takili kalmakti.

Simdi ev'deyim...

25 Kasım 2010 Perşembe

Dokulsun incilerim

Bu siralar cok sey ogrendim, ogrendim diyemem aslinda anladim, anladim da diyemem aslinda gordum. Goren goz oldum, gordum.

Gurudev utangac olan gercegi bulma yolunda dogru kisi degildir der. Cunku utangaclik egoya aittir. Ego kendini bisey sandigindan, soyleyecegi seyin digerleri tarafindan nasil duyulacagini, kendisinin digerleri tarafindan nasil gorunecegini cok onemser, kendine guveni de olmadigindan utanma olarak disa vurulur durum. Cok utaniyorum nerden baslasam ki der, nerden baslasam da yanlis anlasilmasam.
Bu gecisi cok iyi biliyorum cunku o yoldan yuruyup geldim, simdi ise pek bir arsizim. Sukur an'a.
Hersey cok sevdigim bir arkadasimin bir cumlesiyle basladi. Annesinin yaninda kalip obez olmak istiyordu. Cumleyi okudugum anda aklima Bhagavad Gita'da "ne cok, ne az yiyen, ne cok ne az uyuyan, yogaya uygun degildir" yazdigini animsadim. Soylesem dedim, sonra durdum. Son zamanlarda hep gozumun disari nasil da donuk oldugunu ve disardaki insanlarin davranislarini nasil da yargiladigimi animsadim. Yargilamak degildi aslinda belki, hani beyaz yalan ve yalan farki gibi. Iyi niyetliydim ama farketmiyordu sonucu. Gozum baskasindaydi.

Yazmaliyim bunlari dedim. Neden yoga hocasi olmadigimi yazmaliyim. Ogrencimin biri gelip bana sorarsa, "hocam son gunlerde cok kilo aldiniz", "evet evde canim sıkkınken dolabi acip abur cuburlari ariyorum. Bugunlerde sorunlarimla basedemeyip aburcubur yiyerek teselli buluyorum" dersem o zaman bana demezler miydi, "sen nasil yoga hocasisin, zihnin seni esir almis, sen kontrol edemiyorsun onu". O zamanlar yani cok yillar once et yerken sorsalardi bana, "hocam yoganin ilk maddeleri yama, niyama, onlarin icinde hicbir canliyi incitmeyeceksin yaziyor, nasil oluyor bu is?" o zaman ne cevap verecektim? "Ben incitmiyorum, baskalari incitiyor" mu diyecektim. Olmazdi.

Bir sonra, aklima geldi konusurken baska bir guzel kalple, Rama Krishna alkolik takipcisi icin ne demisti; " Tanri sevgisi icinde buyudukce, dusecek yanlis olanlar birbir. Neden ona ickinin zararlarini anlatayim ki simdi?"
Hatirlamak guzel, aynanin bugusunu siliyor. Hatirladikca zihinden inmeye basladim yavas yavas tekrar yerime, kalbime.
Kalpte resim bambaskaydi; annesinin yemeklerini yiyip obez olmak isteyen guzel arkadasim, annesinin askla pisirdigi yemekleri yedikce degisiyordu. Anne yuregiyle yapilmis enfes yemeklerdi cunku onlar. Yemek bile denmezdi isimlerine. Ne kadar cok yersen o kadar iyiydi. Anne mutlu olurdu. Anne oyle sevinirdi ki, ozledigi kizina, kalbini icine koyup pisirdigi yemekleri yedirirken, onun hepsini istahla yedigini seyrederken, iste o an, an dururdu, an ASK olurdu. Annenin gozunden babaya, babadan kizina, kizindan herkese gecen... ASK dolanirdi bedenlerde, adina yemek demisler, yemek bile denmezdi oysa ona.

Sonra gordum asanalari yaptikca temizlenene vucutlari, temizlendikce yenemeyen etleri, vucudun kabul edemeyislerini. Soylenemeyen beyaz yalanlari, dinlenemeyen kufurleri, yazilamayan yargilari, goruldu sanilan resimleri, perdenin ardindaki gercekleri.

Bir ogrendiysen bir paylasacaksin, kendine de saklamayacaksin, birine deger dokunur, belli olmazdi.

Ogrendim mi, yok oyle diyemem, anladim mi, o da degil. Gordum gonul gozuyle, kalbe indikten sonra.

Bir baska guzel arkadasim bir video yollamis, "little grandmother Kiesha'nin Zurich konusmasi". Diyordu ki zihinle yasamayi birakip kalple yasamaya baslamazsak, dunya cocuklarimiza kalmayacak. Bu dunyayi biseyler yaparak degil, sadece kalpten yasayarak ve SEVGI olarak kurtarabiliriz. Dunya anaya bunu borcluyuz.

Bir sonraki gun tesadufen Mooji cikageldi bilgisayarima.
Dedi ki; Bilincten bir parca olarak dogdun geldin. Biri sana isim verdi. Sana Uma dedi. Anlamaya calistin ne dediklerini ve benimsedin zamanla sen Uma'sin. Yillar gectikce iyice ogrendin. Simdi yolda yururken biri Uma derse, hemen donup bakarsin, seni cagiriyorlar diye.
Oysa dogdugunda bir ismin bile yoktu.
Simdi dusun, isminden onceki GERCEK SEN, BILINC'in kim oldugunu hatirlamasina ihtiyac var mi? Zaten biliyorsun kim oldugunu, su anda O'sun...

Iste butun bu ardi ardina gelenler sonucu simdi guzel guzel akiyorum. Gozlerimin ici guluyor. Disardaki herkesi davet ettim geri kalbimin icine, burda hepimize yetecek ASK var...

21 Kasım 2010 Pazar

Santa Clause Parade



Bugun Santa Clause gecit toreni vardi. 500 bin kisi katiliyormus her sene. Santa'yi severim ama oyle cok da bayilmam. Noelin anlami benim icin agac suslemek, isiklandirmak ve Noel sarkilari dinlemektir. Bir de camdan baktigimda yagan lapa lapa kardir. Isiklar soner evde, disarisi bembeyazdir, odandaki cam agacinin ustundeki renkli isiklar ritmle yanip sonerler. Dalarsin duvarindaki yansimalarina. Kulaginda kutsal kelimeler. Kalbin acilmis. Tenin sakin. Huzurundasindir...

Hristiyan bir aileden gelmedim. Aksine annem musluman, babam ise ateistti. Ateist oldugunu soylerdi ama icten ice de cekinirdi Tanri'nin varligindan, annem oyle soylerdi.

Benim hristiyanlikla ilk bagim Meryem Ana tapinaginda Efes'tedir. Hristiyanligi ve hatta muslumanligi da bilmedigime inandigim tarihlerde. 12 yas civarinda kim hangi dini bilebilir ki. Meryem Ana tapinagina cikarken, benim annem yok, benim annem sensin diye yuruyordum. Tipki Rishikesh, Hindistan'da ne aci var ne zevk diye hirsla yurudugum gibi. Oyle zamanlarda hic beni yanliz birakmamis Tanri. Meryem Ana'da hemen kucak acmis. Isa'yi kendimi bildim bileli cok severim. Nedenini de hic bilmem.

Bugun Mira icin gittik Santa Clause gecit torenine. Once yeni vali el sallayarak gecti onumuzden. Daha yuruyecek 6 km yolu vardi. Sonra polis sefi. Sonra atli polisler. Atlar bu kadar mi guzel olurdu. Atlarin hemen ardindan atlarin o sirada yaptigi kakalari temizleyen palyacolar. Ben en cok onlari sevdim. Atin ustunde, pelerini giyip el sallayan polis olmak cok kolaydi. Ama hem gulup, hem komiklik yapip, hizli hizli bir sonraki grup gelmeden yere dusen kakalari temizlemek baska birseydi. Ben en cok onlari sevdim, hala icimi kabartiyorlar hatirladikca. Sonra cizgi film karakterleri, filmlerden kahramanlar devam etti. Aralarda bando takimlari degisik Noel sarkilariyla yuruyorlardi. Her Noel sarkisinda insan aglar mi? Aglarmis.

Tavsanlar, arilar, saksi cicekleri, sonra bando ekibi

O come let us adore Him
O come let us adore Him
O come let us adore Him
Christ the Lord

diye calarak gectiler, ben soyleyerek akittim gozyaslarimi.

Bir baskasi
Joy to the world
The Lord has come
diye caldi, ben soyledim, akittim gozyaslarimi.

Simdi kiliselerdeki Noel sarkilari da soylenmeye basliyor bu ay itibariyle.
Daha Noel gelmemisken bu kadar aglarsam, bilemiyorum durumum nice olacak.
Bir de niye agladigimi bilsem...

Illuminite



Cumartesi gunu hep beraber ciktik yola. 2 derece hava ile once esimin en sevdigi donought'cinin acilisina gittik. Hayalkirikligina ugradi gorunce dukkani. Daha buyuk ve gosterisli bir yer beklemisti cunku. Hayalleri kirilinca, sectigi donought da guzel cikmadi. Sonra bir kac cocuk parki dolastik, Mira costu eglendi. Sonra bir alisveris merkezinde soluklanip, ihtiyac giderdik. Haliyle soguk olunca hava biraz da isinmak gerek icerilerde. Sonrasinda da gidip karnimizi doyurduk bir vegetarian restaurant'da. Ve butun gunu bu sekilde gecirme sebebimiz geldi catti.

Oldum olasi havai fiseklerini, atesli gosterileri sevmisimdir. Dun tatil sezonu icinde aydinlanma seremonilerinden ilki gerceklesti. Guzel bir gosteri hazirlamislardi. Gokyuzunde dolunay bulutun arkasina gire cika bana gozkirparken, modern bir dans gosterisi seyrettik. Ardindan benim Latince oldugunu iddia ettigim, esimin ise bu kesin kus diliydi dedigi bir dilde uc uzun bacakli beyaz kus, melek, kadin, adam karisimi canlilar ciktilar meydana. Kadinin kafasindaki samdan isiklandi bir sure sonra. Isterik kahkahalar atan kadin etraftaki ates tasiyicilarini isaret ediyordu. Kirmizi pelerinler giymis kizlar ise atesi getirdiler. Sonrasinda da atesi cogaltip, en sonunda 52000 isik ile suslenmis agaci aydinlattilar.
Merak edenlere http://www.wintermagic.ca/node/2789
Bu arada bir daha baktim da, nasil da insanlar farkli farkli yorumluyorlar. Ben diyorum kusa benzer, kadin adamlar, orda yaziyor Ice Queen, buz kralicesi :)
Neyse ben hep kendi gozumden yazmiyor muyum?
Mira babasiyla gosteriyi yakindan seyretmek uzere benden ayrildiktan sonra, yalniz kalan ben yanan atesin, fiskiran isik selalesinin, havai fiseklerin ve gosterinin en sonunda calan First Noel'in icinde kaybolup gitmistim. Gozyaslarima hakim olamiyordum. Hem agliyordum hem de Isa'nin dogumunu haber veren bu Noel sarkisinda neden agladigimi dusunuyordum.
Isiklar yuregimi aydinlatmis, ates kanimi kaynatmisti. Huzur icinde derin bir nefes aldim, cigerlerim usudu. Gozlerim Mira'yla esimi aradi. Gordum kalabaligin icinde, sukrettim varliklarina hayatimdaki.
Sukrettim ustumde parlayan dolan aya.
Sukrettim Isa'nin dogumuna...



May the blessings of God rest upon you,
May His peace abide with you
May His presence illuminate your heart
Now and forever more

19 Kasım 2010 Cuma

Blog hakkinda oylesine

Seyrettigim filmi seyretmeyi hic sevmem. Mira babasiyla yeni filmini ucuncu kez seyrederken ben de ne yapsam bilemeyince bloga sardim, dizaynina. Baktim neler var diye. Denedim onu bunu, Gurudev'in ve Swamiji'nin yeni fotograflarini koydum ama olmadi. Sonra bir cimenlik buldum. Yemyesil. Burda yapraklarin nerdeyse tamami dokulmusken, yakinda heryer bembeyaz gorunecekken, bu ekranin yesillenmesi, bahari getirmesi fikri cok hosuma gitti. Hemen sectim. Zaten cimenlikte ben yatmis yazarken yazilari, yanimda Gurudev ve Swamiji ile burnumun dibindeki ben diyim dandelion cicegi, siz cevirin karahindiba veya aslandisi dilekler icin bekliyordu. Dilegim kalmadi ufleyecegim diye dusunurken aklima Mevlana yilinda o cok begenilen fotograf geldi. Dandelion uflenmisti, veya ruzgar dagitiyordu ve herbir kopan birer dervis olup donuyordu dunyanin uzerinden. Sonra gulumsedim ne guzel uydu diye. Cimenlerin uzerinden yazarak, yazdikca donerek, donuserek, dunyadan kopuyordum. Sonra Swamiji'nin bir gul'de bir yildizdan dogdu dedigini hatirladim. Dervisler de done done yildizlara giderdi, dogduklari yere. Sonrasinda da Allah bilir nereye :)

Uzayi da ekledikten sonra sira melek kanatlarimla tekerlek dondurdugum resmime gelmisti. Bir arkadasim beni gordugu gibi cizmisti o resmi, cok ozeldi, o yuzden profilde duruyordu ama degistirirken herseyi, dusundum, hala teker dondurmek istiyor musun ? Hayir. Melek olmak? Hayir. Melekler bile Tanri'ya yalvarirmis, insan formunda bizi dunyaya gonder ki, senin bilincine erebilelim, diye. Insan olarak gelmisim, melek olmak istemedigime eminim.

Om en guzeliydi. Herseyi baslatan... O hale donelim dedim. Niyet ettim.

18 Kasım 2010 Perşembe

YOUR REAL ENEMY by GURUDEV

SIVANANDA DAILY READING FOR 19 NOVEMBER


The senses are your real foes. They draw you out and disturb your peace of mind. Do not keep company with them. Subdue them. Restrain them. Curb them just as you would curb your enemies on the battlefield. This is not the work of a day. It wants patient and protracted sadhana (practice) for a very long time. Control of the senses is really control of the mind. All the ten senses must be controlled. Starve them to death. Do not give them what they want.
Then they will obey your orders implicitly. All worldly-minded persons are slaves of their senses, though they are educated, though they possess immense wealth, though they hold judicial and executive powers. If you are a slave of meat-eating, for instance, you will begin to exercise control of your tongue the moment you give up the meat-eating habit entirely for six months. You will consciously feel that you have gained a little supremacy over this troublesome sense of taste which began to revolt against you sometime ago.

Worldly pleasures intensify the desire for enjoying greater pleasures. Hence the minds of worldlings are very restless. There is no satisfaction, and mental peace is absent. The mind can never be satisfied, whatever amount of pleasure you may store up for it. The more it enjoys the pleasures, the more it wants them. So people are exceedingly troubled and vexed by their own minds. They are tired of their minds. Hence, in order to remove these botherations and troubles, the rsis (sages) thought it best to deprive the mind of all sensual pleasures. When the mind has been concentrated or made extinct, it cannot force one to seek for further pleasure, and all botherations and troubles are removed for ever and the person attains real peace.

---

The mind can do nothing without the help of the senses. And the senses cannot do anything without the help of the mind. Desire moves the mind and the senses and makes it outgoing. Abandon desires and control the mind. Thinking means externalisation or objectification. Thinking is samsara. Thinking causes identification with the body, with `I-ness', `mine-ness', time and space.

Stop this thinking through vairagya (dispassion) and abhyasa (practice). Merge yourself in pure consciousness where there is no thinking. This is the absolution; this is jivanmukta (liberation).

17 Kasım 2010 Çarşamba

Ruzgar

Bhagavad Gita Bolum 10/ 31

Among purifiers, I am the wind; among warriors, I am Sri Rama. Among fishes, I am the shark; and among streams, I am the Ganges.

Temizliyiciler icinde RuzgariM.
Su anda saatte 70 km ile esiyorsun disarda.
Oysa icim sakin.
Vatayimdir, dagilirdim ruzgarlarda. Bu ruzgarda nasip ediyorsun Seninle beraber donup dolanmami.
Arkamdan itiyorsun, ilerliyorum, onume geciyorsun, duruyorum. Soguyorsun usuyorum.

16 Kasım 2010 Salı

Kurban edenler el kaldirsin

Bugun elim gitti yanlislikla ntv habere basiverdim. Sonra elim daha da sacmaladi ve kurban hikayelerinden birine basti. Hikaye deyince hafife alinmasin, gercek bu yazacagim. Kurban bayrami. Biri dana almis. Tam kesmek uzereyken dana kacmis. Dana onde, adam arkada kovalamaca baslamis. Dana epey kostuktan sonra kendini denize atmis, baslamis yuzmeye. Adam ve adamlari da bir sandala binmisler baslamislar kurek cekmeye. Dana onde, sandal arkada. Dile kolay 3 km. Can hiras bir kacis. Dana sahile cikmis, belediyenin adamlari bir sure sonra uc igneyle indirmisler danayi yere.
N'oldu simdi?
Ne anladik bu hikayeden.
Ben sunu anladim.
Tanri adama bir firsat sunmus kurban etmesi icin.
Adam almis danasini. Vermis parasini, saymis ben diyeyim 350 sen de 800 bin lira.
Almis danasini gelmis evine. Kesme vakti dananin rizasi yok. Dana kendi kosar mi, kosmaz. Kimdir danayi kosturan O.
Dana kosmus adam kovalamis.
Adam neyi kovaliyor.
Danayi.
Diiiiiiiiiiiiittttttttttt
Yanlis cevap
Adam parayi kovaliyor.
Kurban, kurbanlik, allah hepsi uctu gitti.
Sandalda kurek cekerken goruyor dananin nasil kudurmus kactigini. Aklina geliyor o esnada Tanrisi.
Allahim sen kurbanimi sakinlestir diye dua ediyor.
Duasi dana sahile cikinca kabul oluyor.
Belediye gorevlileri sakinlestiriyorlar danayi uc igneyle.
Adam kesiyor danayi; kesiyor ki paraciklarini kurban etmek zorunda kalmasin.
Keske diyorum yaziyi okurken adam uyansaydi da, dananin zamani gelmemis, Tanri kacirdi danami, helal olsun verdigim para, danaya can olsun, kan olsun, Allah kesmisim gibi niyetimi kabul etsin diyebilseydi...
Ama dunya benim istedigim gibi donmuyor. Donmeyince icim aciyor, aciyinca uyku tutmuyor. Uyusam da sabah kalkinca migdem bulaniyor yine mi ayni ruyaya uyandik Tanrim diye....

Durustluk

Gecen gunlerde soyle bir esivermistim. Simdi ruzgarsiz bir gun. Yaziyorum yine. Icimden geldigi gibi.
Oncelikle sunu buyuk harflerle yazacagim, burasi icimin disari ciktigi yer, yani neysem oyum. Yalansiz dolansiz, hilesiz hurdasiz.
Sonra burasi kimse icin degil kendim icin, biri icin olsa kendime ters duserim cunku bilirim There are No Others. Bilirim!
Sonra yanda duran ilk fotograf Gurudev Swami Sivananda'dir. Beni kendi evine cagirip beni bahcesinde meditasyon yaptirtan. Ve bedeninde bile degilken. Yani dunyalilarin tabiriyle vefat etmisken. Sonrasinda alttaki fotograftaki Swami Muktananda ile sesini duyurmustur, diyeceklerini dile dokmustur. Benim ne oldugumu bilmek bir yana, ne olacagimi, ne olmam gerektigimi, nasil olacagimi, nelere ihtiyacim oldugunu bilen BIR'dir. Evlenirken Swami Muktananda hicbir seyi hasir alti etme demisti. O bilmiyor mu benim icimden neler cikacagini. Hem de nasil iyi biliyordu. Ama cikmasalar ne olacakti? O dolamayacakti... Ne cirkin gunlere sahit oldu bu gozler, aglaya aglaya kan canagi oldu, bunca seyi ogrendikten sonra bunlar ne, nasil benim hayatimdalar diye yazdim, yardim istedim, cevap tek cumleydi, "kendini olanlarla identify etme. Sen Gurudevin cocugusun. Sen Ilahinin cocugu." Hatirladim gercek kimligimi. Ardimda biraktim yargilayan gozlerimi.
Her allahin gunu temizlik devam ediyor. Bazi gunler digerlerinden daha cirkin, bazi gunler digerlerinden daha buyuleyici. Ogrendim gercekte demirlenmeyi gunun sonunda. Cikiyorlar iste birbir.
Gecen gunlerde esti bir deli ruzgar. O yoga ogretmenini allaha emanet ettim, dustugumuz yer de O'ydu, ciktigimiz yer de. Ogrendim sayesinde hicbir yerde kalici degiliz. Icimizi temiz tutmaliyizve dilimizi. Esinin gelisiyle de nasil ofkemi hala kontrol edemedigimi gozledim. Onurlandirdim onun da ugrayisini hayatima.

Vesile oluyor yine cok iyi hatirliyorum. Baskalarini kaybetmemek, baskalarinin gonlunu almak, kendi islerimiz icin ellerimizde tutmaya calistigimiz gunler kendimizden baska kimseyi kandirmadigimiz gunlerdir. O gunler coker basimiza hem de butun agarligiyla, bedelini yine bizden baska kimse odemez.
BILIRIM, INANIRIM, UYGULARIM. Disariyi oyalamaya calistigimizda gormeliyiz, aynadir disarisi kendimizi nasil oyalayip kandirdigimizin. Tek yol vardi geri donen, yolu durustlukten gecer...

Simdi yine geri donuyorum geldigim yere, bir dahaki cikisa kadar...

Groundhog Day

Bir film vardi seneler once, arada yayinlanir yine tvlerde. Bir gazeteci bir kasabaya gider ve hep ayni gune uyanir. Ne yapsa cikamaz o gunden. Sanirim ta ki gercek sevgiyi bulana kadar. Sonunu cok iyi animsamiyorum, her zaman oldugu gibi.

Bu sabah uyandim, yataktan kalktim ve kusmak istedim.
Yine uyandik bu dunyaya diye bir igrenme hissi, anlatmam mumkun degil.
Hayatimda sikayet edecegim bir tek anim yok sukurler olsun. Yani konunun hayatim olmadigi gun gibi asikar. Ama bu bulanti!

Yine mi uyandik bu ruyaya Tanrim dedim.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Bayram Yazisi

Hep hayvan dogamizi kurban etmek onemli olan diyorum ve bugun yine yeniliyorum.
Dun borek yaptim, iki dilimini de bugun oglen yemegi olarak Mira'ya ayirdim. Esim dun aksam boregin yaninda dolanirken, sulanma borege onlar Mira'nin yarin oglen yemegi dedim.
Uzaklastirdim boreklerin yanindan. Sabah yine gulumsedim suratina, begendiysen yine yaparim sana o boreklerden, onlar Mira'nin dedim.
Sonra sabahtan Mira'yi derse goturdum ve eve dondum. Havanin guzelligini firsat bilip borekleri isitip, oglen yemegini parka goturecektim. Hem yer, hem eglenir diye dusunmustum. Tezgaha bir gittim ki boregin etrafinda 30 tane karinca. Sarmalamislar dort bir yanindan, yiyecekler veya evlerine tasiyacaklar. Dunden beri bilincaltima kazidigim o Mira'nin oglen yemegi cumlesinin etkisiyle, hışım gibi aldim tabagi ve karincalari ufledim lavaboya, elimle kovaladim tabakta kalanlari. Sonra tabagi bosalttim baska kucuk bir tabaga. Bunlar saniyeler icinde oldu. Elimi yikamak icin dondum lavaboya, actim suyu yikadim borekten yaglanan ellerimi. Boregi isittim, paketledim, ciktim Mira'yi aldim ve parka gittik. Planladigim gibi.
Sonra bir an durdum, tabaktan ufledigim karincalari dusundum, ve bir iki dakika sonra lavaboya actigim suyu. Acaba hepsi kurtulabilmisler miydi? Yoksa lavabodan akip gitmisler miydi?
Kizimin yemegini dusunen hayvani icgudum, karincalarin durumunu bir saniye bile dusunmemisti...
Tabagi temizlerken oldurmemis uflemistim, ama sonrasinda unutup gitmistim onlari.
Ne fark etti. Koc, koyun, inek buyuk karinca kucuk mu?. Öldürmek aynı, ölüm aynı değil mi?

Ne yaptigimi bilmiyordum, affola...

Ne yaptıklarını bilmeyen binlerce insan için de duam aynı....

Iyi Bayramlar...

14 Kasım 2010 Pazar

Ruhani yolla maddi kazanc saglamak...

Pazar dersi yazisina bir arkadas yorum birakmis. Yoga veya diger spirituel konularda maddi kazanc saglamak isteyen kisilere karsi nasil bir ortak tavir almaliyiz diye.

Bunun cevabi aslinda bu sitenin icindeki yazilarin toplaminda var. Ama tabii kimsenin geldigi gibi ilk gunden yazilari okumasini beklemem! Kimse okusun beklentim de yok aslinda ...

Ben ilk yoga ile tanistigimda Amerika'nin en pahali eyaletinde bir dersi 15$, bir ay sinirsiz katilim ise 100 $ civarindaydi. Ruhani konularda hicbirsey bilmeyen biriydim. Fitness nasil ucretliyse tabii ki yoga da ucretlidir ve odedim neyse bedeli ve katildim derslere.
Sonra Iyengar teacher training kursuna katilmak icin de bir bedeli vardi katilimin, odedim ve katildim.
Bir saniye neden bu ucreti odedim diye dusunmedim. Cunku o bir egitimdi. Ayakparmagimdaki kemiklerden, boynuma kafatasima kadar gerekecek butun bilgileri verdiler. Butun hareketler. Hastaliklarin karsiliginda yapilacaklar. Simdi hatirlayamadigim pekcok bilgi. Cok degerliydi, ve cok da degerli ve ozel bir hoca tarafindan verilmisti. Egitimin bitiminde dunyaca onaylanan Yoga Alliance'da da hoca olarak isminiz yer aliyordu.
Bir saniye bile sorgulamadim bunun neden bir ucreti var diye.
Tertemiz bir studyoda, muhtesem hocalarla ve iyi propslarla calistim.
Sonrasinda Hindistan'a gittigimde yine Iyengar'in senior hocalarindan biriyle calistim. Super komik bir rakamla bir ay boyunca sabah gun dogumunda meditasyonla baslayan ve devaminda yaklasik 5 saat suren bir baska egitime katildim, bir saniye bile dusunmedim verdigim rakami. Cunku bir bedeli vardi ogretilen seyin. Ve bedelini odedim.
Simdi gelelim diger konulara, meditasyon, reiki, ogreti...
Hayatimdaki uc diger konu.
Vipassana meditasyonu ile tanidim ilk gercek meditasyonu diyebilirim. Dharamsala'daydi. Herkes icinden geleni veriyordu, vermek zorunlu da degildi. Sadece bu meditasyonlarin devami icin bu katkinin onemli oldugu soyleniyordu. 10 gun orda yenilip, icilip, yatiliyor ve hoca esliginde meditasyon yapiliyordu. Gittigimde cok param yoktu o nedenle cok da bir katkida bulunamamistim kimse de bunu umursamamisti. Gecenlerde bir arkadasima yolladim Vipassana meditasyonunu, bana "o kadar para veremem" dedi. Bir rakam belirlemisler katilim icin. Hmm dedim.
Reiki inisiasyonunu dagda yasayan bir saddhudan aldim. Para kazanmayan kendi basina dagda yasayan bir saddhu'ydu. Kasabada acayip fiyatlara reiki inisiasyonu veriliyordu katilmadim. Ayirabilecegim miktari saddhu'ya verdim cok sevindi, ismi de Shiva'ydi...
Ogretiye gelince;
Yine Hindistan'da, Rishikesh'te, cok guzel bir odada, Ganjin kenarinda aldim. Swami Muktananda'dan. Neden parasiz bu satsang diyenlere, "benim size verdigim bilginin karsiligini veremezsiniz de ondan", derdi.
Size kim oldugunuzu anlatan degil, ogreten degil, transfer eden ISIK, bunun pahasinin olmadigini soyluyor.
Inisiye oldugum ashramda konaklamak, yemek yemek, butun ayinlere katilmak hepsi "by donation"di. Yani senin icinden ne kadar geciyorsa. Kimse senin pesinden de gelmiyordu bir odeme yapmadiginda.

Simdi bana arkadas ortak tavir ne yapmaliyiz diye sormus. Hayatta hic ortak tavir benimsemedigim gibi, kimseye de boyle bir tavsiyede bulunmam mumkun degil. Cunku ogreti de bana transfer edilen puzzle'in diger bir parcasi da suydu; "There is no OTHERS"
Yani bu gerceklikle etrafimdaki insanlarla yasiyorum ben.
Ogrenecegim herseyin bedelini veririm, bedeli olmayan seylere bedel konmussa bana da sacma geldiyse, gitmem.
Digerlerinin ne yaptigina da karisamam. O onun iluzyonudur cunku. Ha karismami isterse karisirim da tabii ama karisanin ben degil O oldugunu bilerek ancak...
Paradan bahsediyoruz en nihayetinde. Parayi veren kim?
Parayi veren O da, biz nasil harciyoruz, icimizde harcarken neler hissediyoruz, nasil saklayip nasil paylasiyoruz. Ortak tavirdan ziyade bence bunlarla ugrasmak daha onemli.
Cevap yazabildim mi bilemiyorum, yine kendi kendime hatirlattim gidiyorum :)

Askla,

Halil Cibran vs Osho

Halil Cibran'dan okudugum satirla Osho'dan okudugum satir sayisi ayni gibidir.
Halil Cibran'dan aldigimla Osho'dan aldigimi ise karsilastirmam mumkun degil cunku boyle bir derecem yok benim henuz.
Bir onceki yazinin yorumundan cikan birseyleri yazmadan gecemedim.
Herkesin bilgisi baska baska. O bilgi geliyor, dogrulugunu arastirma sansin olsa da olmasa da, icerdeki programin nasilsa inanc gelisiyor.
Bazi insanlar cok suphecidir, gozleriyle gorene kadar inanmazlar. Bazilari da inanirlar ne soylense.
Hicbirinin onemi yok. Her insan kendince programlarla dunyaya geliyor. Ve ne kadar gorebileceksek perdenin ardinda o kadar gorerek de gidecegiz.
Kimimize nasip olacak perdenin kalkisi, kimimiz perdelerin desenini degistirecegiz, yeni perdeler asacagiz. O bilir.
Halil Cibran'da O'ndan geldi, O'nunla yazdi. Osho'da O'ndan geldi O'nunla yazdi.
O yazdi, imza HC oldu, O yazdi imza Osho oldu.
Ne farkeder.
Onemli olan bir onceki yazidaki gibi, su Uma ne anladi okudugundan. Neresi aydinlandi.
Hayatimda karanlik yerlerin nasil sacma cumlelerle aydinlanip, dugumlerin cozuldugunu biliyorum. O yuzden Uma filmindeki her karaktere sukrediyor, geldikleri ve getirdikleri icin...
Herkesin KUTSAL olduguna da inaniyor, hepsi ayni amaca hizmet ediyor cunku.
O'nun izni olursa uyaniriz birgun, simdilik ruyaya devam...

12 Kasım 2010 Cuma

Guru kimdir ??

When man empties himself, God fills his entire being. When God enters man and fills man's entire being, man is no more man but becomes the Light itself.

Swami Chidananda.



Neden kizdim bu kadar bilemiyorum. Ama uc kisi okuyorsa bu yaziyi en azindan kulaktan kulaga dolasir umidiyle yazmak istiyorum.
Neden boyle bir istegim var onu da bilmiyorum. Haksizlik gibi mi goruyorum acaba?
Kime O'na mi ... Cok guldum simdi buraya kadar yazdigima.
Neyse bugun bir guzel insanin blogunu okurken bir yorumda takili kaldim;
Yasam kocunuz neseli olsun, dertli yasam kocunuz olursa size dert olur.
Guru ararken de oyle sana uygun olmalı, aynı dili konuşabilmeli, aynı yolda ilerleyebilmeli demis arkadas.

Sanirim guru ile esi yani kari koca aramayi karistirmis olmali.

Guru aranmaz. Bir omur arayabilirsiniz, oyle kalabilirsiniz.

Gurunuzun yontemini elestirip; "hmm su noktalardaki dusunceleri ayni benim dusuncelerimle ortustu, biraz daha bakayim, eger iyice hosuma giderse o benim gurum olsun" diyemezsiniz.

Guru sizinle ayni dili konusmali; ayni dilden kastimiz ne acaba? Sanskritce mi ? Arapca mi? Arameic mi?

Guru bulur, sonra senin hosuna giden ne varsa dagitir hayatinda. Sabahlari uzun uyumalar hosuna gidiyorsa bir bakarsin bir bebegin olmus, sabah 4 de kalkiyorsun

Uzun uzun konusmalar mi hosuna gider, bir kocan olur, mih, agzini bicak acmaz, siser siser patlarsin her allahin gunu.

Sevilmek mi istersin, tokat ustune tokat attirir sana, doner doner O'nun kucaginda aglarsin.

Guru seninle ayni dili mi konusur?

Guru konusmaz da ... Sesi yoktur. Senin sesin olur bazen sesi, bazen bir dilencinin.

Guru bakmaz. Gozleri uzaklardayken, eli kalbinin en derininde kaziyordur tortularini, acilarini.

Guru secilmez. Gitmem diye direndigin bir salonda konusurken seni zorla oraya getirir. Nasil geldigini bile anlamazsin.

Tanri olta atar sana, Guru ceker oltayi.

Bilemezsin ilk once Tanri kimdi Guru kim.

Sonra bakarsin, gordugun eti goremez olursun, isik gozunu kamastirir. Bir atomdan kucuk olup sigar heryerine, kainattan buyuk olup sarmalar seni icinde.

Uzaginda sanar ozlersin, ozledigini dusundugun anda hic o kadar da yakininda olmadigini yasatir sana.

Cumlede kalan "sana sah damarindan yakinim" kelimelerinin hakikatte ne oldugunu deneyimletir.

Hem de hic konusmadan.

Hic bakismadan.

Hic yaklasmadan.

Hic ayrilmadan.

Guru ? Seni karanliktan aydinliga cikarandir diye yazilir aciklamalarda.
Gozundeki perdeyi kaldiran. Aynanin bugusunu silen.
Dunyandaki butun luzumsuz binalari yerle bir eden.

Sevdigin veya reddettigin butun kitaplarin icinden cikar. En ucuz ask kitabindan veya bir eskimis fizik kitabindan. Kur'an'dan, Incil'den, Tevrat'tan, Bhagavad Gita'dan ...
Annenden konusur, olmus babandan.
Hic anlamazsin herseyi nasil bildigine. Yillar once olmus kardesinle kavgani sen unutmussundur, O hatirlar hatirlatir sana bir sorunun arasinda. Bakakalirsin. Sen oysa o yillarda O'nu tanimamistin. O seni mi seyrediyordu peki?

Gurunun bedeni de yoktur soylemis miydim? Birakip gitse vucudunu, -boyle derler Hindistan'da öldü demezler, cunku bilincli bir eylemdir, vucudunu birakmistir- bazilari uzulur aglar ardindan, sonra anlar ki artik sadece bedeninde degil heryerdedir...

Sonra bir daha hic unutmamak uzere anlarsin ...

Sonra hatirladikca aglarsin; seni kimsenin bilmedigi kadar bilmesine ragmen, butun sirlarina, butun hatalarina, butun eksiklerine, butun buyukluklerine kadar; seni nasil bu kadar sevdigini anlayamazsin, cunku hic sevilmemissindir boylesi, boylesi ILAHI...

P.S; Yorumundan bahsettigim kisiye email yazmadan edemedim. Dolayisiyla cevap hakkini es gecmedigimi soylemek istedim...

11 Kasım 2010 Perşembe

Awakening

If you know you are dreaming
You are already awakening....

-Mooji

Tekzip

Bizim evin herseye inani benimdir :) Herkes O ya. Dediyse vardir bir anlami der hemen inanirim.
Dun gelen bir emaille ogrenmistim Kanadali askerlerin Canakkale'de oldugunu. Ve sonrasinda dunku yazinin bir kismi cikmisti.
Aksam da esime anlattim.
Bizim evin doubting Thomas'i da yani suphecisi de esimdir :)
Bu sabah arastirmis isinin arasinda
Bu da onun sozleri oldugu gibi ;

biliyorsun boyle seylere onem veriyorum ben..

Kanada Canakkale savasina sadece Newfoundland regiment'i gondermis. Isin ilginci newfoundland o zamanda Kanada'ya bagli degil. :)
Canakkale savasinda bu birlikten sadece 30 kisi savastan, 10 kisi hastaliktan olmus.

remembrance day, genel olarak tum savaslarda olen askerlerinin hatirlanmasi. ayrica kanada'ya ait bir anma da degil. commenwealth, yani ingiliz imparatorlugu'na ait bir hatirlama gunu.

Saygilarimla :)

P.S Neymis bir daha duydugunu yazmadan once en azinda bir yere bakarak dogrula :)
Ama onemli olan ne duydugum ne yazdigim degil ki, ne hissettigim.
Hissettigimi gormeme bahane olan, gercegi yeniden gormeme yardim eden bu yanlis anlasilmaya tesekkur ediyorum :)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Anma Gunu

Bugun cok onemli bir sir verecegim... Yazdikca cikacak sirrim.

Bugun Ataturk'un ölüm yildonumu. Allah rahmet eylesin, huzur icinde uyusun. Olenin arkasindan konusulmaz derler ama ben konusacagim cunku ölüm de yaşamak gibi oldugu için konusabilecegime inaniyorum. Konu Ataturkle degil benimle ilgili cunku. Ben dogmak icin ölmek isteyenim.
Bugun sevgili Sufi'nin blogunda cok guzel bir Ataturk yazisi okudum. Cok begendim, cok da hislendim. Ama ben Ataturk'u hic sevmem. Hicbir sebebim yok isin tuhaf yani. Yani Turkiye Cumhuriyetini kurmus, bir millete ozgurlugunu vermis. Bir suru sebep sayabilirim, saymama gerek yok. Acin her yeri her yerde yazili sebepler ve ben yadsimiyorum. Ama ben Ataturk'u sevmiyorum. Bazen dusunuyorum acaba Konya'da dergahimi mi kapadi eskiden diye?

Annem cok sinirlenir ben boyle konusunca. Tam Cumhuriyet kadinidir kendisi. Babamin ise kesin kemikleri sizliyordur. Ismet Inonu'nun sag koluydu ya bir zamanlar. Ama o zaten benim su anda inandigim seyleri biliyorsa mezarinda, daha da cok sizliyordur kemikleri.

Diger bir inanisim da sudur; Ataturk %100 O'nun elcisiydi. O istemese, Ataturk'un hic bir sifati yetmezdi boylesi buyuk bir mucizenin gerceklesmesine.
Simdi asil icimi bugun kurcalayan konuya geleyim;
Bugun 10 Kasim Ataturk'un olum yildonumu
Yarin 11 Kasim I. Dunya Savasinda Canakkale'de olen Kanada'li askerlerin anma gunu
Yarin Mira okuolda gunun cocugu.
Sinifta yapilan aktivitelerde o ogretmene yardim edecek.
Kanada bayragini o tutacak. "O Canadaaa" diye o soyleyetecek milli marsi.
Biz Mira Turk'um demek zorunda olmasin, yani ID si degil OZ'u onemli olsun diye geldik bu ulkeye. 150 ayri memleketin insaniyla beraber yasiyoruz bu sehirde.
Ve yarin 11 Kasim. Mira bir Turk olarak bayragi tutup, Kanada marsini soyleyecek, ve kirmizi cicek boyayacak resim dersinde, Canakkale'de Turkler tarafindan oldurulen Kanadali'lari anmak icin.
Bir yerde okumustum bir yerde 1 yildan fazla kaliyorsan, orayala ilgili yarim kalmis bir karman vardir diye. Kanada'ya goc ettik, yarim kalmis bir karmayi tamamlamak icin belki. Acaba ben Canakkale'de sehit mi olmustum??

Ataturk'e bir gun bir Ingiliz dik dik bakiyormus. Ataturk baslangicta ses etmemis ama sonunda yaverini yollamis sordurmaya derdini. Canakkale'de babami oldurdu demis dik bakan Ingiliz.
Yaver mesaji tasimis Ataturk'e. Ataturk donmus yavere soyle demis; "git sor bakalim babasinin Canakkale'de isi neymis?"
Ne isim varmis degil mi Canakkale'de eger sehit olduysam.
Boyle ucuk kacik yerlerde dolastiktan sonra Merkez'e inme ihtiyacim var.
Butun bunlar bos...
Ataturk, Turkiye, Kanada, Mira, Toronto...
Isimler
Benim topragim, senin topragin, benim madenim, senin tren yolun
Mulkiyet
Ulu onder, kahraman, cesur, talihsiz...
Sifatlar
Benim kahraman dedigime sen dusman dersin
Benim katliam dedigime sen bayram dersin
Senin akin, benim karamdir
Bunlarin sonu yoktur.

Eger ki goremiyorsak en ufacigindan bir kelimenin ardindakini, eger goremiyorsak en ufacigindan bir yaratigin gorevini, eger goremiyorsak bugun nasil da nefes alabildigimizi, bu savas bitmez.
Butun gemilerin demirleri O'na demirlenmedikce bu dunya donmeye devam edecek. Oyun bir diger gune naklolacak.
Bu savas bitmez.
Ne Ataturk'e olmustur olan, ne de ölen Kanadali askerelere
Olan, kalana olmustur, kendini O'na demirleyemeyene, gercegi goremeyene...

Dun bir cumelisini okudum Haruki Murakami'nin; "Pain is inevitable, suffering is opptional" diyordu. (Aci kacinilmazdir ama izdirap istemli'dir)
Karari siz verin demiyecegim, cunku bu secim coktan yapildi.
Acinin otesine gecenler akacaklar hayatla
Istirap icinde yananlar, kendi cehennemlerini bir odunla daha korukleyecekler...

Dogmak icin olmeye geldim ben... Kimse kusura bakmasin...

Bakiyoruz oyleyse goremiyoruz...

Mira okula baslayinca, sinifindaki arkadaslarinin anneleri ile tanis olduk. Arkadas demiyorum arkadas benim icin degisik bir kelime gibi. Yani simdi dusunuyordum yaziya baslamadan once benim arkadasim oldu mu hic diye. Oldu ortaokulda, sonra lisede, sonra universitede. Ortam oldu, insanlar geldi, sonra bir neden belirdi, o nedenden dolayi samimilesildi, sonra samimi kalinip etikelisime girildi. Sonra dagilindi, gidildi...

Simdi obur pencereden emaillestigim biri var, o benim arkadasim mi diye sorarsam kendime, o hep vardi derim. Arkadas kelimesi bana gore degil yani.

Insanlar bir nedenden dolayi bir araya gelirler, sonra o neden biterse ayrilirlar, ve bu dunyanin sonu degildir. Okyanustaki dalgalar degil miyiz biz, nasil ismimiz kalir, cismimiz kalir okyanusun icinde oldugumuzu anladiktan sonra...

Yine nerden basladik nereye geldik. Bu siralar daginigim, seyrediyorum. Ayni zamanda da derli toplu icerde.

Mira'nin okuldan arkadasinin annesi ile cokca konusuyoruz. Genelde o konusuyor ben dinliyorum. Cunku soyleyecek cok sozu var. Gozlemliyor. Bakiyor her tarafa, inceliyor herkesi. Merak ediyor. Dev aynasindaki ben gibi... Konu bu zaten. Ona kendimden farkli bakmadigim icin, kendimden uzakta da gormuyorum. O nedenle elestiremiyorum da :) Elestirebilirim de yani kinamak gibi elestirmiyorum.
Dun parkta bulustuk sabah jimnastik derslerinden sonra. 11.00 - 12.00 arasi uygundur diye dusunduk, ogle yemeginden once, biraz gunes alsinlar ... (super dusunceli anneleriz)
Sonra onlar oynarken, 5 cocugu ve de 1 kopegi olan, henuz yuzunu asikken goremedigim bir anne, iki cocugu ve de kopegiyle parka geldi. Bu arkadas bana egilip, "simdi bu kadinin bu saatte ne isi var parkta. Tam ogle yemegi saati. Bu cocuklara ne yediriyor? Gofret mi veriyor ogle yemegi niyetine? Cok mu Avrupali bir anneyim ben bilmiyorum ama boyle olmaz ki!" dedi. Epey sinirlenmisti. Ben gulumseyerek dinledim. Bilmiyoruz ki ne oldugunu, kizdirma kendini bosu bosuna dedim.
Sonra o hep gulen bes cocuklu kadinla tesadufen park cikisi karsilastim. Ayakustu sohbet etmeye basladik, Mira kopege opucukler verirken. Uc cocugu ilk okulun degisik siniflarinda ve sabahcilarmis. Onlara sicak beslenme getirmis. Cocuklarinin soguk sandwiclerle beslenmesini her zaman istemiyormus cunku (ne dusunceli anne degil mi?)
Sonra okulda kendini sinirlendirmis anneyle karsilastik. Bu sefer de baska cocuklarin Mira'yi nasil kizdirmaya calistiklarini anlatti. Olsun yeterince ingilizcesi yok, anlamamistir dedim gulumseyerek, zaten anlasa da o onun yolu olacak, hayatta surekli mudahele edemem ki, dedim.
Ama deyip itiraz etmek istedi, sen bugun biraz dinlen istersen, oglen ki kadin da o kadar kotu degilmis, cocuklarini dusunuyormus diye anlattim olayi. Evet, sanirim bu siralar benim kotu gunlerim dedi ve pufurdayarak evine gitti.
Bakiyoruz, baktigimizi sandigimiz her an, baktigimizda gordugumuz sey sadece simsiki tuttugumuz fikirlerimizin yansimasi. Oysa olayin hep bir de diger tarafi var...
Bu olay benim bir yansimam. Biri bana birsey sordugunda ilk cikan cevabi veririm genelde.
Sonra zaman gecer bu cevap kafama geri donerse, dusunurum icimde, verdigim cevap ne anlama geldi karsida acaba diye. Sonra ben ne demek istersem diyeyim, baskasinin ancak kendi fikirlerinin yansimasi olarak dediklerimi anlayacagini farkederim. Bazen duzeltirim yanlis anlasilma olabilecek yerleri. Sonra konusanin da, dinleyenin de BEN oldugum gercegine dayarim sirtimi. O'na emanet ederim.

9 Kasım 2010 Salı

Merkez'e baglanmak

Gecen gun blogu acis sebebimi (ki yazamamistim, kalem alinmis, merkez us yazilmisti), bugun yazmaya calisacagim. Gecen gun aklima dusurdu cocuk-kadin "merkez" kelimesini. Kelime aklimda dolanir ve benim merkezime koyduklarim neler acaba diye dusundururken, anilar anilari kovaladi. Yine bir arsiv dolduracak kadar genis bir kadro foto-ani belirdi gozlerimin onunde.
Baktim tek tek gelen eskimis fotograflara;
Hatirlayamadigim kadar uzun bir zaman etrafinda donduklerim, bir bir...
Insanin hic mi basi donmez, hic mi midesi tutmaz...
Ortada bir Xman ben don babam don
Ortada bir sorun ben don babam don
Is ayni
Ev ayni
Ne ciddi isti donmek. Donmeden yasanmazdi. Kalp atisi kadar gercekti benim icin, olmazsa olmazdi.
Oysa dondukce olan hep ayniydi. Dondugum sey donme hizimdan ortada eriyor, ben ise firlayip gidiyordum yorungeden, parcalara ayriliyordu hucrelerim.
Sonra haydi en bastan tekrar otur, topla bir bir; kalp nerdeydi, eller, parmaklar, saclar...
Toplamaya hep dis noktalardan baslardim. Once etraf esyalar toplanirdi, sonra ust bas, sonra organlar birbir...
Yorungeden firlaya, uca, kaybola gun gunu bitirdi.
Bir gun babam olmustu, birkac ay sonrasi annemle kardesim agir bir trafik kazasi gecirmis olumden donmus, sevgili diyip bagrıma basıp evleniriz fikrinin etrafinda dondugum, igne oyasi gibi isleyip genislettigim beyaz atli prens hayalim ise beni terketmisti. Patrona zeka tasladigim icin isten de atilinca, artik donecek bir merkezim bile kalmamisti...
Bense uzayda kaybolmus bir 2221973 nolu gezegendim. Kucuk prense el sallar onun etrafinda da donerdim gorsem, ama onceleri oldugu icin karsilasmamiz, o da yoktu ortalarda.

Bu liste boyle uzamaya devam ediyor. Iyisi mi kisa keselim :)

Merkezim ne zaman O, hayat ahenkle donuyor, ben bir semazenim*, parmaklarim O'na kilitli...
Ne zaman merkez flulasiyor Oz'den ziyade bedenden oteye gecemiyor gozlerim, o zaman yine eskisi gibi, ayni hizla firliyorum yorungeden, kayboluyorum.
Kayboldugum yerin de O oldugunu bilince artik, donusler uzun surmuyor, toparlanmaya gerek kalmiyor.
Done, kaybola, kavusa Merkez'e Merkez'le Merkez'de :)


* www.semazen.org: parmagimi O'na kilitleme sizinle geldi sindi icime :)

Askla,

5 Kasım 2010 Cuma

Merkez Us

Merkez Us'ten sesleniyorum. Uyan!
Hala baskalarinin seninle ilgili dusunceleriyle gulumseyip, hala baskalarinin bu dusuncelerini umursamayanlarin dusunceleriyle asiyorsun suratini.
Demistim, gulusunu seviyorum. Kac kisiyle soyletmistim. Ilahi bir ozellik gulumseme, gulumsemen eksilmesin, diye.
Anneannen oldum soyledim, arkadasin oldum, sevgilin, ogretmenin, siradan biri, onemli biri. Demek icin girmedigim kilik kalmadi.
Hala terazinin diger tabagini nasil tutabiliyorsun.
Ne zaman BIR'leyeceksin.
Hala sozunu dinlemeyen bir 4 yasindaki guzellikle sinirlenip, gununu karalara bagliyorsun.
Kimse kimseyi yumusak yumusak uyandirmaz, uyandirma oyle olmaz. Tokadi yersin, UYAN der, diyorsun iki dakka once, sonra ikinci dakikada suratina yedigin tokatla dagiliyorsun, kosuyorsun dualarinin icine. Dualar ne verecek sana? Nereye gidiyorsun? Kactigin kim, sigindigin kim? Sana yolu gosterenle, seni yoldan cikarmaya calisan farkli mi?
UYAN!
Yeter artik oyalandigin, Kendin'e gel.
Temizlenirken parca parca olman gerekmiyor.
Temizlenirken kirli hissetmen.
Kanita mi ihtiyacin var Ben'im oldugunu anlaman icin.
Senin icinde dolandigima inanman icin baskasina mi ihtiyacin var HALA???
Eger evetse cevabin, seni bana getiren o insanla, kopartir atarim seni kollarimdan ayni insanla.
Yerden kaldrimaya calisirsin kafani, havaya dogru, koptugun TOPRAK Ben'im, dogruldugun HAVA Ben.
UYAN!
Sevindigin seye bak.
Icin oyle bosalmis ki, Ben sana dolmusum ve diledigimi senin bedeninle yapabilmisim.
senin bedenin....
senin bedenin...
nerde bedenin???
BEN'de bedenin.
bedenini konusmaya bile hacetin olmaz, sussa dilim.
UYAN!
Opucukler dagitabilirsin ASKimla, dudaklarin senin degil.
Gidilecek yollarin oklarini yazabilirsin kaleminle, elin senin degil.
Bana dogru gelenlere ayak izlerini birakabilirsin, ayaklarin senin degil.
UYAN!
Kalbini hep acik tut, ceneni kapali.
Gozlerin Bana baksin, uyandir ruyalari.
Kulak kesil sesime, dinle sularin sesini sesimle...
UYAN! Uyumak yok artik sana...

31 Ekim 2010 Pazar

Cadilar Bayrami

Bugun cadilar bayrami. Ilk bayramimiz, mubarek olsun. Gittik kapi kapi seker topladik. Insanlar cesit cesit kostumlere burunmuslerdi. Kimisi melek, kimisi seytan, kimisi canavar, kimisi uzayli. Uc polis gecti yanimizdan, onlar da kostumluler sandim. Meger gerceklermis.
Eve donus yolunda bir ev ahalisi korkunc kostumler giymis, yoldan gecenleri korkutuyorlardi. Mira'yi kucakladik ki arada kotu bir anisi olmasin diye. Sonra sessizce gulumseyerek canavarlara el sallayarak gectik.
Eve donus yolunda ben Mira'ya " annecim korkucak hicbirsey yok aslinda, o canavarlarin icindekiler insan" dedim.
Sonra durdu yine hersey. Asil korkulacak olan insanlarin icindeki canavar miydi? O da bir maske degil miydi? Ya da canavar kiligindakiler aslinda iclerindekini mi ifade ediyorlardi, ellerine gecen bu Cadilar Bayrami firsatiyla. Sonra kendimizi dusundum. Belki bu sene ilk oldugu icin biz kostum giyinmemistik. Acaba giyecek olsak ne giyerdik?

Gunluk hayatimizda kac kostumumuz kaldi? Kaldi mi ki?

28 Ekim 2010 Perşembe

Yazma ustune karalama

Ne zaman sıkıssa kalbim ilk geldigim yerlerden biri burasi. Ne varsa bu beyaz ekranda ve hizli hizli bastigim ardi ardina gelen harflerin birlesiminde. Ne varsa...
Harfler kelimelere, kelimeler cumlelere, cumleler acilan sirlara erdiginde, yuregimden ilik ilik akar O'nun aski. Rahatlamisimdir. Yerimdeyimdir.
Peki ya hep akarken, hep yuregimdeyken, hep yerimdeyken. Gitmez elim hic yazmaya. Nefesim sakin, sesim sessiz, yuregim genistir oyle gunlerde. Elim gitmek istese de sig gelir butun yazilacaklar. O'nu yazamazsin ki. O'nunla akarken O'nunla aktigini da yazamazsin. Uzaklasmak lazimdir biraz. Ancak o zaman anlarsin yasadigini, hissettigini, dokundugunu. Ruyadayken nasil ruya oldugunu anlayamiyorsam, uyurken nasil uyudugumu anlayamiyorsam, O'nunlayken bilemiyorum. Biliyorum bilmesine derinden. Dunya isik tutuyor, ayna oluyor, goruyorum.
Dun Mira'yi okula goturdum, hep bizden uzak duran bir arkadasi kosa kosa geldi boynuma atladi. Beni mi ozledin dedim, evet dedi. Yapisti kaldi yanagi yanagima. Oysa birbirimize merhaba bile demezdik. Sonra bir baska cocuk, iki yasinda. Bacaklarima sarildi, atti sonra kendini kucagima. Sonra bir cop kamyonunun soforu, camdan sarkip dunyanin en guzel en sicak gulusuyle bakti gozlerimin icine. Mira optu optu butun gun boyunca. Kocam sarildi farklisin bugun dedi.
Iste bulusmustuk, kavusmustuk. Bu sefer oyle havai fisekli bir bulusma da degildi. Daha agir basli, daha sakin, daha dingin. Yurudum yurudum, doganin koynuna. O'nunla en rahat olacagim yere. Yuruduk beraber. Agaca, buluta, gole, dusen yaparaklara karistik, adim adim yaklastik, dolastik.
Vucut kullanimina amade, dolandi durdu , bakti, guldu sevdi, dokundu, sarildi, tam istedigi gibi, istedigi kadar...
Sana ne yazabilirim ki beyaz sayfa. Ne derse onu yazabilirim. Ne kadar derse o kadar. Nasil derse o sekil. Ne bir fazla, ne bir eksik.
Geldi hosgeldi, simdi birazcik kenarda kafami cevirsem gozlerimiz degecek. Gitse hasretinden terter tepinecegim. Iste o zaman geri gelip yazacagim bahanelere esitleyerek sikayetlerimi. Kah adet sendromu diyecegim, kah dolunay.
Seviyorum; O'nlu olmayi da, O'nsuzlugu ve oynamayi da. O'nsuz oyun olmayacagini ogrendikce daha da seviyorum hatta ...
Geri donup okuyunca yazilanlari bir yanim utaniyor sanki bana gelmis gibi anlatmis kelimeler diye
Sonra guluyor diger yanim, ben dedigim kim ki bastan basa Sen diyor...

19 Ekim 2010 Salı

Yalniz hissedenler dernegi...

Cok sasirmiyorum, neysem etrafimin da o olmasina. Bu siralar ne okusam, ne seyretsem, kimle konussam, herkes kendini yalniz hissediyor. Anlasildigi uzere ben kendimi yalniz hissediyorum.
Anlasilmadigimi, sevilmedigimi, onemsenmedigimi, gorulmedigimi ve butun benzeri kadinsal endise kelimelerini siralayabilirim.
Egitimli birinin, kendini de begenen birinin, kafasina guvenen birinin, her gun hic degismeden ayni seyleri yapmasi, bunlari bir de dogup buyudugu toplumda yuceltmek icin degil, asagilamak icin kullanilan "ev kadinligi" ana basligi altinda yapmasi, o kadini zaman zaman ne hale getirir bilenleriniz eminim vardir.
Neler neler bilir kadin ama sabah kahvaltiliklari sofraya koyar, kaldirir, cocugu giydirir, okula goturur, getirir, yedirir, icirir, gezdirir, bir de cocugu iyi buyusun diye kasilmistir dogumundan bu yana da. Kasilmak degil aslinda ama cok onemsemistir. Sikayetci hic degildir. Aslinda bulundugu yeri cok sevmektedir ancak gel gorku adinin arkasinda sakli olan egosu hic de boyle hissetmez. Sukur ki bu iskenceyi hergun cektirmez egocagizi. Donem donemdir.
Bu siralar donem basladi, sandim ki adet oncesi sendromu gecer. Ya da dolunaydir gecer. 3 hafta oldu herhalde. Gecmedi.
Ben de daha derin bakmaya basladim. Ben herkese hizmet ediyorum, herkesi mutlu etmek icin ugrasiyorum, neden beni de mutlu etmeye kimse calismiyor diye soylendigini duydum ?
Sonra ben insan degil miyim, neden ben de bir sabah 9 a 10 a kadar uyuyamiyorum'a dondu. Insanliktan dem vurdu. Sonra ben de kadinim, diger kadinlardan farkim yok spirituel yasiyorum diye'ye dondu. Sonra ben bu kadinliktan memnun degilim'e dondu. Dondu de dondu...
Sonra film basladi. Ismi Bridges of Madison County.
Meryl Streep beni oynuyor filmde. 18 yillik bir evlilik. Kocasi cok durust, caliskan, temiz, kendisini de cok seviyor. Iki cocugu var. 16 ve 17 yaslarinda. Artik cocuklar pek birsey konusmuyorlar anneyle, buyumusler ya. Koca deseniz zaten yorgun argin gelmis, calismis calismis. Hep calismak var hayatinda. Meryl' de yemek pisiriyor, camasir yikiyor, evi temizliyor, ve ici kanayarak onlari seyrediyor. Nasil da gorulmedigini goruyor izleyici 5 dk icinde. Oysa ben 8 yildir ya da 38 yildir konusuyorum. Hala anlayan olmadi diyorum kendi kendime. Ama film iste.
Sonra bir fotografci cikageliyor Clint Eastwood. Kocasi ve cocuklarinin gittigi bir donemde 4 gun icinde karsilasip asik oluyorlar. Clint benim filmimde oynamiyor. Benim filmimde boyle durumlarda devreye Allaha bin sukur Swamiji giriyor.
Filmde Clint Eastwood kadina ihtiyaci olan herseyi veriyor, kadin oldugunu hissedecegi. Seviyor, sevisiyor, dinliyor, anliyor, guluyor. Besliyor da besliyor.
Swamiji "gurunun gorevi egoyu oldurmektir" diyor. Surunen egom, duyuyor sonunda. Bu sabaha kadar ben de kadinim, benim de haklarim var, eglenmek istiyorum diyen ses, kisiliyor. Cok konustu zira. Ve yerine geri geliyor Sesim. Sen ne kadinsin, ne erkek. Hatirliyorum. Zayifladigimi goruyorum. Olabilir, gormek onemli.
Sonra Mira bagiriniyor ortalikta, ben sustum ya, sira onda. Yapamadigi icin birseyi sinirleniyor. Sonra yine yapamiyor yine sinirleniyor. Sonra basariyor. Bak yaptim diyor. "Gordun mu bagirinca degil, tekrar tekrar deneyince basarabiliyorsun" diyorum. Duyuyorum. Ona ve esime bagirdigim butun gunler dusuyor, yerle bir oluyor. Goruyorum, deniyorum, degisiyorum, baska turlu deniyorum, degisiyorum, baska turlu ve sonunda basariyorum. Gordum ya, anladim.
Allah simdi anladigimi uygulamam icin yardim etsin diyorum.
Ruyamda kaynaktan sevgi geliyor, kuzene soruyorum. Onemli olan o sevgiyi vucudunun almasi ve beslemesi diyor. Aliyorum, besleniyorum.
Clint'de bir Mira'da, ruya da ...
Kendimi sevmesini ogreniyorum, kendime onem vermesini, ihtiyaclarimi farketmeyi, kendimi dinlemeyi, eglendigim seyleri yapmayi.
Satir sonuna geldim diye hissediyorum, bakalim gun neler gosterecek...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Gomu...

Ne kadar derine gommus olursan ol, can varsa, hikaye bitmemisse hala, cikar dibinden toz toprak icinde. Ciktiktan sonra ne yapacagini bilsen de bilmesen de cikacaktir gunu gelince...

Ciksa da bitse ...

14 Ekim 2010 Perşembe

El aynasi dev aynasi

Anne bugun cok kotu gecicek iste, diyor Mira. Ben derin bir nefes aliyorum, zihnimden "sabir" diyorum. Cunku o gun sabah 7 de kalkmisiz, oyun oynamisiz, havuza gitmisiz, en sevdigi yemegi yemis oglen, okula gitmis bisiklete binerek, okuldan donerken hava bulutlu birazdan yagmur yagacak biz parka gidemiyor oldugumuz icin GUNUMUZ KOTU GECECEK SIMDI ANNE...

Baska bir gun yine bin ayri aktivite, hersey onun mutlulugu icin, butun yemekler, icecekler, meyveler, oyunlar. 5 dk sonra yemege oturacagiz.
Mira: Anne ben o yuvarlak kirt kirt seylerden yemek istiyorum.
Anne: Hayatim simdi yemege oturuyoruz, yemekten sonra yersin.
Mira: Off gunum cok kotu gecicek iste.
Anne: Nesi kotu geciyor guzelim?
Mira: Bir okula bisikletle gidemedik (cunku yagmur yagiyordu)
Bir tv seyredemedik ( seyretti aslinda ama 2 saat sonra kapamasi gerekiyordu artik)
Bir arkadasim bana gelemedi (3 dk once bize gel dersen kimse programini benim kiza uydurmak zorunda degil)
Bir dondurma yiyemedik (dondurmaci gormedik bile)
Bir anneyle oynayamadik (sabah 7'de kalkmistim ve o saatten beri yanindayim, oynamak istedigimde oyunumu begenmeyip beni durdurunca, ben de sadece yaninda duruyorum)
Her gun boyle.

Iste budur Uma'nin hayatinin bu doneminin yansimasi.
Hergun sukretse de haline, gecmisin aliskanliklari mi desem, yoksa temizlik nedeniyle mi desem, ne diyecegimi bilemedigim bir aciklamasi var iste. Neyse her gun sukretse de haline hergun "bugun kotu geciyor iste" dedigi (bir an bile olsa 5 saat bile surse) bir yer var.
Tanri da bana bakiyor ve bisikletle gidemezdin cunku yagmur yagacakti ama sen bilmiyordun bunu henuz diyor.
Arkadasin gelemezdi cunku onlarin yapilmis bir programi vardi ve bu senin onemsiz oldugunu gostermiyor diyor.
Tabii ne bisiklet ne arkadas konum degil, ama asil konuyu yazamayacagim bu sefer.
Bu olayin bir yuzu.
Diger yuzu, sukrediyorum yine tum kalbimle ki, bu dunyada kalbimin meyledecegi hic ama hicccc birsey yok.... Bana verdigi bu en buyuk nimeti adet oncesi yine unuttu zihin...Zihin kendi basina buyruk olunca bu donemde, gelen tum belalar kollar sonuna kadar acilmis olarak karsilaniyorlar. Allahtan kalp O'nun emrinde...
Bu da ikinci yuzuydu olayin.
Ve son olarak Hz Isa'ya inanmamis insanlar, ben neye uzuluyorum ki bana inanilmadiginda. Mum dibini isitmazmis derler ama bilemiyorum. Ya da Ma Ananda Mayi nin dedigi gibi, herkes kaderinde yazildigi kadarini alacak bu bedenden...

5 Ekim 2010 Salı

Yardim

Bugun guzel bir kalbin cok guzel bir yazisini okudum. Olmek uzere olan bir adam asik oldugu kadini bulmaya calisiyordu. Adam ölmeden once kadinla bulusamadigi icin Tanri'ya sitem ederken, Tanri adama; "seni O'na goturmeye geldim" demisti.

Donup gecmise baktigimda beni bir digerine goturen neler neler var diye, her yerde Tanri'nin parmak izlerini goruyorum. Oyle olmasaydi asla boyle olmazdi cumleleri geliyor ardi ardina. Biriyle paylasmaya kalksam bunu genelde ne kadar olumlu dusunen bir insan oldugumu soyluyorlar. Oysa ben olumlu dusunmeyi hic bilmem. Swamiji birgun gecmisinde cok acilari olan insanlar olaylara iyi bakamazlar diyordu. Kendimi bulmustum o cumlede. Hala beceremem olaylara olumlu bakmasini. Ama simdilerde bunun yerini alan sey dogru okuma.

Mira ingilizceyi sokmeye calisiyor. Soyle konusuyor blumakndlrjkalkjashfliuwhef I KNOW, hsdfjhwef janfk MAYBE, nvkjdf;ka SURE :) Kendimi aynen onun gibi goruyorum. Zaten en guzel aynam degil mi ? Okumayi sokene kadar Tanri gulerek bakiyor, saclarimi oksuyor. Yanlis okuyup ofkelendigimde, sariliyor, sabrediyor, bekliyor.

Anneme yolda giderken bu ne diye okuturmusum, butun tabelalari. Otobustekiler "Allah sana sabir versin kizim" derlermis. Sonra 3.5 yasinda almisim gazeteyi okumusum. Simdi de boyle isliyor duzen benim icin. Yol boyunca asili olan yazilari okutuyorum Swamiji'ye, Gurudev'e, Siddhi Ma'ya, Ramana Maharashi'ye, Mooji'ye, Papaji'ye. Okudukca onlar yaziliyorlar kalbime. Sonra birgun yanliz yururken yolda gordugum yaziyi okuyabiliyorum kendi kendime. Bazen de uyduruyorum, ama onemli degil uydurmam da. Melodi dogru. Mira'da goruyorum. Ayni yabancilarin konusma muziginde uyduruyor dili, araya da yerlestiriyor dogru kelimeleri.
Muzik dogru olduktan sonra, kelimeler bulacak bir bir yerini, kendi ritminde.

Tanri seni O'na goturmeye geldim diyor, beni Tanri'ya ne goturuyor? Mira'ya duydugum ofke, esimin beni incitmesi, yagan yagmur, pisirdigim yemek, yuzdugum su, yurudugum yol, okudugum yazi, yazidaki adam, adamin sitemi, sitemin nedeni....

Okumayi ogrendikten sonra butun yollar Bagdat'a cikiyor. Eldeki bulgurda Dimyat'a pirince gidesin diye hic oluyor.

24 Eylül 2010 Cuma

Ask da Ask

Nerden geldi bu gevezelik anlamadim ama bir konusasim yani yazasim geldi bu siralar anlamadim hic. Konu ask olunca akan sular duruyor herhalde. Cok sevdigim o guzel kalple ayni seyi paylasiyoruz sanirim bu noktada askta uzmanlasmisiz :)

Konu ask olsun yeter ki, ne oldugunun onemi yok konusurum, yazarim, okurum, dinlerim. Ama oyle basit asklar ilgimi cekmez. Biri birini gormus ici soyle ilik ilik akmis oyle degil bahsettigim. Leyla ile Mecnun gibi diyecegim ama cok klasik olacak. Acili olmali, donusturebilmeli. iliklerine kadar acitanlardan olmali, yasadigini anlamali. Karnina agrilar girdirene kadar guldurmeli veya kahretmeli. Gecenin ikisinde, ucunde, besinde kalbinde agrisiyla uyanmali. Acisindan nefes bile alinamamali. Gordugu her renkte, tasta toprakta, ona dair bir iz bulmali. Yolda yururken sokak cocuklari sevdiginin ismini haykirmali. Kalbi mengene icinde sikismali, acimali acimali.
Bir umit isigi arada yanmaya kalksa, umit derken donus degil, yeniden birliktelik degil sadece bir haber, bir kipirti, yer gok oynamali. Depremler olmali, saglam binalar yikilmali.
Iste oyle asklardan bahsediyorum ben.
Iste o asklarin sonucunda buldum ben SEN'i. O asktaki adamin gozune bakarken eriyordum ya hani, kalbim sizlardi, titrerdi ya hani, iste o titremenin SEN oldugunu ogrettiginde Swamiji, yazmistim ya daha once inandim ona cocuk gibi. O titremeyi takip ettim gecmisin izlerinde. Hatirladim o anlari, hatirlayinca da titriyor ya, cunku hic bitmiyor ya ASK. Goz gitti, gonul geldi, gonul gitti, O geldi. Acemiligim cok oldu baslarda. Nasil buyur edecegimi bilemedim. Cunku ben bir tek adam sevmesini bilirdim, adam gibi sevmesini bilirdim. Hep ayni yoldan O'na yurudum. Once adamimin gozlerini, sonra gonlunu buldum, sonra kendi gonlumdeki kipirtida durdum. Burdasin dedim. Hep burdasin diye O'nu buldum. Gecmis denen yerde hep O'nu aradim, hergun yine O'nu buldum. Megersem ne de oyuncuymus, nasil da oynamis. Cocukca, art niyetsiz, sadece ASK icin. Buldum ya, bulunca bir bayram yeri oldu/m. Koluma dokundu, sacima dokundu, sardi sarmaladi. Disimdaki herseye bulasti. Bulastikca donusturdu. Sifreleri cozdurdu. Daha cok cok vardir ama ogrendim ki bir tek ASK var gerisi egzersiz.
Simdi Mira bana sariliyor I love you so much diyor, bakiyorum gozlerine, gozlerinden gonlune, gonlunden O'na. Sevdigim Mira mi? Degil!! Benim O'nu sevmem icin once O'nun bana izin vermesi gerekiyor. O bana seni seviyorum diyor, ben O'na. Mercan Dede demisti; senin O'nu istemen icin once O'nun seni istemesi gerekiyor, diye. Ben kocama yaziyorum seni cok seviyorum, diye. Gozunu buluyorum, gonlune kayiyorum, O'nun kucaginda buluyorum kendimi. Sonra Sufi'yi dusunuyorum. Evine gidiyorum, gozunu buluyorum, gonlune kayiyorum, hooop yine O'nun kucagindayim. Brajeshwari'yi okuyorum, gozunu goruyorum, gonlune degiyorum, O'nun kollarindayim. Sonra dus'un odasina gidiyorum universiteye. Gozunu buluyorum, gonlune kayiyorum, sonu malum yer, EV....

ASKla...