21 Haziran 2011 Salı

O'nunla sohbet

Artik hic icimden tasmiyor Tanri aski, eskiden neler yazardi elim, simdi hic Tanri yokmus gibi sanki. Ama kalbimden oyle hissediyorum ki sanki Tanri artik disarda degil daha cok icerde, o yuzden kelimeler disari cikamiyor. Seker disardayken tadini alabiliyorsun ama seker olunca tadini alamazsin gibi...

- Dogru tavir bu...

Gectigimiz uc yil hep Tanri'ya yakin olmak icin etrafimda ne gorduysem icinde Tanri'yi aradim, Tanri'yi bulup cikardim.

- Dunyadan Tanriyi cikarmaya calisma, birak dunyayi kendi haline

Mira buyudukce bana kalan zaman artti, dolayisiyla zihin hep kendine is bulmaya calisiyor. En son asilari cok arastirmaya basladim cunku Mira'yi asilatmaktan vazgecmistik. Ama her okudugum sey artik beni daha da dibe cekiyor. Ayrica kendimle ilgili yasadiklarimi da bir baska blogda yaziyorum. Ordan insanlarla tanistim, bazen onlarla konustum Tanri'yla ilgili. Sonra sen kimsin ki ne konusuyorsun diyip sustum.

- Biraz oyalanma iyidir. Eger hosuna gidiyorsa yap. Ama baskalarinin ruyalarina girme. Hem sen kendin soyledin her okudugumda kendimi kotu hissediyorum diye.

- Tanri'nin adini tekrarla, gun icinde gorevlerini yerine getir, daha guzel bir insan ol, daha iyi bir anne ol, ve Tanri'yi sendeki huzurunda sev. Hepsi bu! Ben oldugun ve sonra sadece Oldugun zaman gelecek.

- Mira durup dinleyemiyor, yerinde sakin oturamiyor, bu sizin hataniz. Onunla hic dua zamani yapmamissiniz. Sabah 5 dk aksam 5 dk, Tanri'yla baglantida kalmasi icin oturup dua etmeniz cok onemli, ozellik bu yasta.

- Sunu bil hep :"Nerde ve nasil bilmiyorum ama biliyorum ki Tanri ve ben bir ve ayniyiz..." Eger herseyin disinda sadece O'nu istersen, bu hayatta sana gelebilir degil, gelmesi mumkundur degil, mutlaka sana gelecektir!

- Yurumeyi ogrenirken cocuk tabii ki duser, her dususunde yine dustum demeye gerek yok, devam et.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Aglamaya dair (kizgin oldugum zamanlardan)

Sanirim yine 2000 oncesinde yazilmis bir yazi

Evet ağlıyorum, var mı itirazı olan? Varsa öne çıksın...Şimdi....hemen...
Göreyim o güçlü görünen yüzünün arkasındaki küçük çocuğu. Nasıl korkmuş olduğunu
göreyim sevgiden, terk edilmekten, bitmek bilmeyen gözyaşlarından. Korkup nasıl da
saklamış olduğunu göreyim kendini maskelerinin ardına. Maskelerini göreyim.
Bakayım farklı mı diğerlerinden!

Evet ben ağlıyorum, var mı itirazı olan? Varsa öne çıksın...Şimdi...hemen...
Duyayım alaylı cümlelerini. O cümlelerin altına gizlediği sevgi sözcüklerini.
Sakladığı, sakındığı, çıkarmaya korktuğu, çıkaramayıp, dökemeyip dile,
tarihi tabletlerce yazdığı, okuyamadığı cümleleri göreyim.
Okuyayım her bir satırı, ince ince. Okuyayım bakayım. Bakayım farklı mı diğerlerinden!

Evet ben ağlıyorum, var mı itirazı olan? Varsa öne çıksın...Şimdi....hemen...
Dokunayım o buz gibi ellerine. Dokunayım ve hissedeyim altında yatan sevgiye aç teni.
Sıcaklığa hasret elleri alayım elimin içine, alayım da bir bakayım, nasıl özlemiş
o eller sevmeyi, sevilmeyi, kenetlenmeyi, bir yola ten tene ter tere çıkmayı.
Dokunayım bakayım. Bakayım farklı mı diğerlerinden!

Evet ben ağlıyorum var mı itirazı olan? Varsa öne çıksın...Şimdi....hemen...
Koklayayım onu. O aşkın gizemli kokusunu saklamak için süründüğü pahalı parfümleri
yaksın genzimi. Koklayayım bir hayvan gibi, ve anlayayım kaç asırdır karışmamış
kokusu aşka, aşkı aşkına. Koklayayım ve bakayım. Bakayım farklı mı diğerlerinden!

Evet ağlıyorum, çünkü korkmuyorum, var mı itirazı olan? Varsa öne çıksın...
Şimdi... hemen...Korkmuyorum aşktan, aşkın karşısında çırılçıplak kalmaktan,
korkmuyorum aşka adanan masallardan, korkmuyorum soğuk ellerin başka ele
ihtiyaç duymasından sım sıcak olmak için, korkmuyorum tenimde her sabah
teriyle uyanmaktan...korkmuyorum bütün bunlardan ve savaşıyorum dimdik ayakta.
Onunkinden, bununkinden, şununkinden farklı silahlarla... Göz yaşlarımla...

PS. aska hazirlarken kendimi ASKa geliyormusum :)

Aski baska yerde sanarken 2

1999 yilindan

Karanlık bir bekleyiş içinde(-yim), ben, ellerim, gözlerim, kalbim...
Aydınlığa duyulan inanç, özlem arttıkça, onun eksikliği de iyiden iyiye
kendi kendini çoğaltır oldu. Aşık olunmayanlara aşkın çarçabuk ispat edildiği,
gerçek aşklara duyulan aşkın ise bir tek an bile ifade edilemediği, edilse de
inandırılamadığı dönemlerde yaşıyor-um ben, kalbim, kim bilir belki de herkes.
Oyun oynayamayana, acemilere, Yeşil Çam Kahvesi'nde beklemeleri öngörülürken,
profesyonel oyuncular politika sahnelerinde tur atıp, nabza göre şerbet veriyor.
Tilkilerinin birinin kuyruğu diğerine değmiyor. Onlar alkışlanıyor, omuzlarda
taşınıyor, hep kalabalıkla yaşıyor. Oynayamayanların adı ise aktör aktris ...
Meteliğe kurşun atıyorlar. Kurşun yönünü şaşırıyor, kalpten yaralıyor.
Oyuncu Yeşil Çam' da kan kaybından ölüyor, Kızılay'ın ruhu duymuyor, ne de dolunayın.
Dolunayın canı sıkılıyor, bu sıralar kimsenin umurunda değil. Ne şiirler yazılıyor
adına, ne şiirler okunuyor ışığında. Dolunay insanlara küs, dolunay aşıklara küs,
düşüyor denizin kollarına. Denizin enginliğinde ışığını uzatıyor, alan yok. Kimsede
para yok, para eden aşk yok. Parasız aşk yok. Cebin ne kadar doluysa, aşkın o kadar
büyük. Cebinde umut, ümit, şiir, şarkı sakladıysan, aşk bir Mercedes'e binmiş gitmiş
çoktan. Senin cebindekilerin anlamı yok.

Ferhatla Şirinler, Leylayla Mecnunlar, Romeoyla Julietler, ya tozlu raflarda kalmış,
veya günlük gazetelerin üçüncü sayfalarında hortluyor. Yüzü sarı, gözleri yaşlı,
yüreği kanlı...Kalbi siyah beyaz matbaa harflerinde atıyor. Ne aşkın, ne aşkının
umurunda. Kimi kalemini alıyor, başlıyor yazmaya, hep bildik, hep öğretilmiş
kalıplarla aşkı. En aşık işte o. Kimi kalem tutmaz, yazı bilmez, sarılıyor aşkına.
Bilmez dedik ya, sarılır aşkına sımsıkı. Bilmez dedik ya boğar sarılırken.
Ölür kollarında aşkı. Öldüğünü bile anlamaz. Anlatamaz sevdiğini. Adı katile çıkar.
Katil hapishane duvarlarına yazar aşkını, yazdıkları bir uyanık tarafından yeniden
yazılır. Satılır, satılır. Yazan en aşık. Hapiste yatan katil.

1999 yılının son aylarına geldik. Mezarlar Milattan Sonraki 1999 yılın milyonlarca
ölüleri ile doldu taştı. Bin yılların evlerinde yaşıyor nice beden, mezardakilerden
daha ölü. Hastaneler dolup taşıyor yaralılarla, bin yılların evlerinde yaşıyor nice
yaralılar. Yaralarını saklamışlar gazetelerin arkasına, siyah beyaz matbaa
harflerinde atıyor kalpleri, tozlu raflarda kanıyor yaraları.

Rehabilitasyon merkezleri dolup taşıyor delilerle, bin yılların evlerinde yaşıyor
oysa toplumun en delileri. Hep beraber aynı kutuya bakıyorlar. Yaşamları
seyrediyorlar film diye, kendi yaşamlarını yaşayamıyorlar. Yaşamlarına en az bir
hayal ekmiş her biri.Bekleyip duruyorlar filizlensin diye. Memlekette su sorunu var.
Barajlar boş.

Yağmurlar yağmaz olmuş. Yağmurlar yağmıyor artık üstümüze. Yağmur bile ıslatmıyor
kurumuş yanaklarımızı. Gözyaşları çoktan tarih olmuş. Bin yılların evleri
ağlayamayanlarla dolmuş. Ağlamayan güçlü insanlar doğmuş.

Oysa tarih bu kadar 15 Haziran 2011 olmasaydı ve yazabilseydim keşke. Şöyle yazsaydım
mesela; Bugün 15 Haziran Carsamba. Bugün yine gülerek uyandım sıcacık yatağımda.
Kalkmak istemedim hiç yataktan. Sana baktım. Sıcacık nefesini nefesimle içime çekip,
seni seviyorum dedim. Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum. Seni parayla
satın alınamayacak kadar büyük bir aşkla seviyorum. Pencerem açık sonuna kadar,
dışarıda deli divane esen rüzgar gibi seviyorum seni. Her esişinde içim biraz daha
titriyor ve biraz daha savruluyor sana .
Gökyüzü yıldız dolu, yıldızlar güllerce sevgim sana olan. Her biri aşkı anlatıyor,
koparsan da bitiremezsin. Samanyolu'nca seviyorum seni, pırıl pırıl, uçsuz bucaksız,
başlangıçsız, bitişsiz.
Denizler masmavi, okyanuslara uzanıyor her biri. Denizlerce çoğaltıp, okyanuslarca
seviyorum seni. Derinlerine dalıyorum her sabah ve her akşam ve her nefes alıp
verişimde. Bir vurgun, bir vurgun daha yiyiyorum derinlerden, seni daha bir seviyorum.
Yağmurlar yağıyor üzerime, üzerimize. Deli dolu yağmurlar. Seni yağmur damlalarınca
seviyorum. Yanaklarım ıpıslak.

Ve şöyle bitirebilseydim keşke. İyi ki sen varsın ve iyi ki tarih bu kadar 15 Haziran 2011....

P.S 1999 yilinda yazilmis yazinin sonundaki tarihler bugunun tarihleriyle degistirilmistir. Asil tarihleri ve askin kucuk "a" halinin yasandigi donemleri animsayamadigim icin kusura bakmayiniz!

14 Haziran 2011 Salı

Aski baska yerde sanarken

1996 yilindan


Uzun aylar dilsiz oldum, bakmadım, görmedim, kör oldum. Aldırmadım, aldanmadım,
duymadım, sağır oldum.


Kırıldı elim kalem tutmaz oldu. Erteledim satırları, derin sulara gömdüm duyguları.
Minik balıkların kocaman ağızları didikledi kalbimin en ücra köşelerini. Dalgalar büyüdü
büyüdü aldı götürdü umutlarımı kıyıdaki kumların sıcaklığına. Üstüste kondular yeni
kıyıcıklar oldular, milyonlarca kumtanesini kucaklamış, milyonlarca problemle ağlayan.
Midyelere yandım, istiridye kabuklarına haykırdım. Sadece kendi sesimi duydum
kulaklarımda patlayan. Rakı şişelerine mesajlar yazdım koydum, bekledim bekledim taş
oldum. Yosun kokularını duydum burnumun dibinde mutsuz oldum.


Çare aradım ufkun ötesinde, bulamadım, yıldız oldum gecenin karanlığında yapayalnız.
Yanımdan bir Zümrüt-ü Anka kuşu geçiyordu, takıldım kanadına çırpınış oldum.
Uzaklarda, çok uzaklardan zenginliği gördüm korku doldum. Kendimi bir bankta buldum
şehrin göbeğinde tüm bu yazdıklarımı hayal ederken.


Umutsuzlukla umut arasında bir çizgide, kocaman bir sevginin kucağında, sevgisiz bir
kalbin atışında kendimi aradım durdum, bulamadım yoruldum.


Gitmiş, bitmiş tüm şiirlerin tüm şarkıların ardından göz yaşlarımı gömmüştüm toprak
ananın koynuna. Gün gelir filizlenir aşk olur, sevgi olur diye. Bekledim bekledim. Yeni
gözyaşları akıttım az gelmiştir diye. Sonra fark ettim ki ekmemiştim hiçbir şey. Ha
gayret dedim, kollarımı sıvadım. Gün doğumundan batımına, ektim ektim, terledim.
Sonra oturdum, durdum. Yokluktan çokluk beklemeye başladım. Çiğ tanelerini günlere,
günleri gecelere, geceleri yıldızlara bağladım.


Doldum doldum boşalamadan, yoğruldum. Sustum, durdum, susamadım kin kustum. Yanı
başımdan bir yolcu geçiyordu, tanımıyordum, adını öğrendim, yolunu öğrendim tanıdık
oldum. Elimi tuttu, saçımı sevdi, yüreğini verdi hediye niyetine, utanç doldum. Kalbimi
ikiye böldüm önce. Mahcup oldum. Bir kalpti aldığım, bütün, bütünü paylaşmaya gönüllü.
Verdi verdi, aldım aldım, borçlu oldum. O zengindi, ben fakir. Vereceği çok şey vardı
kapımın önünde bekleyen. Bense başka kapılarda bırakmıştım varımı yoğumu. Denge asla
kurulamazdı. Kapıyı açamadım, kırıldım, kınandım. Kaçtım kaçtım adım adım ilerlerken.


Bütün düşünler ağardı, uykulara sığındım. Düş oldu. Kabus sandım ter içinde uyandım,
çeşme oldu, serinletici kesintisiz suyuyla. Su soğuktu üşüdüm, yorgan oldu, üzerime
serildi ısıtan oldu. Isındım ısındım içinde, içinden, içten, alıştım, acıktım, insan oldum.
Tereyağlı ballı kahvaltı sofraları oldu, serildi önüme tok oldum. Az az şımardım çocuk
oldum, avuç içlerimde rengarenk balonların ipi oldu. Balonları uçurmak yalnızlığımda
kaybolmak istedim. Bırakamadım bağlı oldum. Sevginin anlamını buldum, sevgi oldum.
Kendimi uçsuz bucaksız göğün altındaki okyanusun akıntısına bıraktım, az gittim uz gittim
aşık oldum.

PS. Yazinin asagi yukari kayan satirlarini duzeltmeye vakit bulamadim...

9 Haziran 2011 Perşembe

Boş tas

Empty vessels only make sound. A practical man who does meditation and worship, who is full of knowledge and real devotion, keeps always silence.

Bos tas ses cikarir. Meditasyon ve ibadetini yapan, gercege hakim ve adanmis olan hep sessiz kalir.

diyor Gurudev Swami Shivananda

Hala konusmam ondandir...

6 Haziran 2011 Pazartesi

Efendi kim?

Dusunce varsa, zihin var ve de oyun var.
Sen varsan, zihin var, hayat var.

Allaha binsukur kavusmamiz aniden oldu :)

Kaybolsam da O'nun kollarindayiz ama bir bilincli olarak Orda olmak var, bir de orda olmak ama nerde oldugunu bile bilmemek var. Gaflet ve dalalet anlari iste onlar. Dunyanin oyununun icinde girdaptasin. Beyazin varsa, siyahin gelmekte. Kahkahan varsa gozyasi gozunun kenarinda ilk firsati beklemekte. Oyunun kurali bu.

Oyuna ara verip soyle bir agac alti banka oturunca demlendim.

Canim kaju yemek istiyor deyip koltuktan mutfaga gidip, kavanozunu acip yediginde, iste zihnin emrindesin. Zihin efendi, sen hizmetkar.

Gunlerdir su durumdasin, nedir derdin, diyip soyle bir oturdugunda ise efendi sensin, zihnin hizmetinde.

Canim kaju istediginde, bekle bakalim zihin biraz, simdi zamani degil dediginde duruyorsan, iste efendi sensin, zihin egitimde.

Zihin nedir ki ? O degil mi o da. Ama hangi haliyle.

Zihin almisti dizginleri ele son aylar da ya, simdi demlenirken seyreyledim nasil da ordan oraya calmis beni.

Insanoglu mutlu olmak icin cabalar, ama hic kimse mutlulugu kaldiramaz. Zihin izin vermez. Egitimsizse. Ve onu tebiye etmek, ahhhh deveye hendek atlatmak daha mi kolay acaba.

Swamiji hep der ki zihini terbiye etmek zordur, onunla arkadas olmak lazim. Eger beklerse sonunda herseyi bilecegini hatirlat ona!

Ve zihne oyalanmasi icin mutlaka birsey vermeli. Benimki bilindigi uzere son aylarda asi uzerine calismaktaydi. Hizmetimdir O'na insallah. Artik eline O'nun adini verdim yine. O terbiye ediversin ben ugrasamayacagim diye. Kabul olur insallah :)

Simdi yani yaziyi yazdiktan 2 saat kadar sonra onume cikan cumleyi buraya not almadan edemeyecegim.

When the mind is examined its activities cease automatically (Talk 345) - Ramana Maharishi
Zihin incelendiginde, aktiviteleri otomatik olarak durur

3 Haziran 2011 Cuma

Yeniden baglanmak

Inanilmaz geliyor su anda bunlari yazarken, saka gibi. Yani ben nasil bu kadar kopmus olabilirim ki diyor bir yanim surekli. Ama isin asli bu iste. Ilk basta O'nun yogunlugunda oynarken bile icinde hissettiginde, haa tamam super demek guzel bir yere gelmisim icimde O varken oynayabiliyormusum ve hala O'na bagliymisim diyorum. Ama oyun devam ettikce o bag, o yogunluk azaldikca azaliyor ve oyundan kendini alana kadar da bu boyle devam ediyor.

Bu teknolojik aletlerde Tanri'yi takip ediyorum, Tanriyla ilgili seyler okuyorum, yaziyorum dolayisiyla kopmadim hep O'ndayim, oyunun baslangic cumlesi. Altinda olani saklamak icin iyi bir ortu. Tanri'nin asil mekani disarsi degil, icersi. O'nu aramak bulmak yasamak icin birsey yapmak degil, yaptigim herseyi birakmak gerekiyor.

Kopma zamani geldi. Sanirim Swamiji beni kendisine hazirliyor gormeden soyluyor yapmam gerekenleri, ki yapacak cesaret geldi, yanlistan donme zamani...

Ozur

Bir seneye yaklasiyor Kanada'ya gelisimiz. Adaptasyon donemi diye birsey yasamadigimi dusunsem de simdi gecmise baktigimda -25 derece kis gununde evden cikmamayi tercih ettim. Ruzgarlarin beni nasil dagittigini bildigim icin, ruzgardan kosarak eve sigindim. Mira'yi okula birakir birakmaz, az zaman okulda kaliyor diye kendimi eve kapadim. Cunku bir yere gidip gelecek vakit kalmiyordu o okuldayken. Boylece yapilmasi gerekenleri haftasonuna iteledim. Haftaicinin tamamini evde gecirdim. Mira'yi erken cikardim okul oncesi, hava alsin diye. Iste o arada aldigimca ben de havalandim. Mira'yi okuldan sonra kizak kaymaya goturdum, o kayarken ben donarak ona baktim. Onun zevk almasindan zevk aldim. Gecen aylar sonucunda kendimi kaybettikce kaybettim ki bunda kotu birsey yok. Uma kuculdukce hizmet buyuyor. Ancak asil yaptigim seyi gormezden gelmek en buyuk kacisti.

Ocak ayina kadar askla gecti. Guzel insanlarla O'nu konustukca kalbim tasti, Ask koyulasti. Sonra ben kimim ki bunlari konusuyorum diye geri cekiliverdim herseyden. Buraya kadar yanlis birsey yoktu aslinda. (Aslinda yanlis yok ama olani yaziyorum iste) Sonra kis kosullariyla elimi etegimi herseyimi geri cekince ne oldu? Ben ve O basbasa kalmistik. Peki dayanabildim mi buna. YOK!

O siralarda karsima cikan ilk arastirma konusuna ativerdim Uma'yi. Oysa sevgilisi onu herkesten cekmisti kendine. Ama Uma kaldiramadi bunu. Mira'nin sagligi dedi, diger cocuklar da benim cocuklarim dedi, faydali seyler ogrenmenin ve de ogretmenin isiltisiyla O'na donuverdi arkasini. Aslinda donmedigini hep bilse de oynamayi ozlemisti. Yalniz hisediyordu cunku kendisini bu kis aylarinda evde. Bilerek oynamanin bir zarari yok diyordu. Bir kadehten birsey olmaz diyen eski bir alkolik gibi hani. Ya da bir sigara ictim diye yeniden sigaraya baslayacagim anlamina gelmez diyen tiryaki gibi. Gayet oyle olur, oldu!

Gecen senelerde evinde televizyon bile yoktu oysa. Belki 1 saati internette gecirirken, simdi eve kapandim yapacak sey yok diyerek, yapmasi gereken seyleri bile itelemeye baslamisti. Neydi, sunu da okuyayim, bunu da ogreneyim, sunu da anlatayim. Ama daha olmamisti ki Uma. Once pismesi gerekiyordu herseyden once. Hersey aracti ya. Uma oynamak istemisti bu kis aylarinda eve kapaninca.

5-6 saat internet, 2 saat televizyon eni konu mesai yapiyordu ve mesaisinde hep aci hikayelerle dolduruyordu sistemini. Oysa inandigi sey bu muydu? Inandigi sey sen degisirsen dunya degisirdi. Peki dunaynin yanlislarina inanmak miydi bunun yolu?
Ahh Umaji bikmamis miydin oynamaktan. Al iste sana sonunda o geride biraktigin haline geri dondun yine. Simdi yine biri sana yandan bakinca aliniyorsun, hicbir seye tahammulun yok, insanlarin surekli hatalarinda gozun, az kaldi dedikoducu da olacaksin.

Ogrenmistin oysa seni senden birtek O kurtarabilirdi. Sen dunyaya indikce bu kiyafetleri giyiyordun. Soyunuyordun artik, nerden cikti bu usume yine.

Mira'ya diyorum ki hep ayni seyleri yapip yapip ozur dileme, al iste karsinda ben hep Senden kopup Sana geri donuyorum ozur dileyerek. Mira'ya soylemesi ne de kolay oysa...

Swamiji'ye 14 gun kaldi, su anda icimdeki O muazzam aski oksayabiliyorum sadece ama yakmiyor sicakligi. Iste bu kadar basit bu olay. Icinde yerlesmis Tanri'yi boyle goremez olursun birden. Sadece bilirsin orda ama yasayamazsin O'nu.

Umaji hayati kacirdin bu gecen aylarda, sensiz yasandi, sense birseyleri kurtarma cabasindaydin. Uyandin di mi? Biraz gec oldu ama yine de gunaydin...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Dunyadan

Asilari arastirmakla baslayan surec bugun saat 10 sularinda durdu. Belki bitmedi ama duruldu. Asilarla ilgili daha detayli bilgi alabilmek icin Facebook'ta pek cok siteye uye olmustum. O kadar cok sey ogrendim ki onlardan. Gunlerinin cogunu bu konuda arastirmaya adamis insanlardi. Beraberinde dogal yasam ve beslenmeyle ilgili sitelere de uye olmustum. Onlarda neler neler ogrettiler bana. Mesela frambuaz cekirdeginin yaginin +25 gunes korumasi oldugunu, kulak iltihaplanmasi sonucunda sarimsak yaginin cok iyi geldigini, bagisiklik sistemini kuvvetlendirmek icin turkcesini bilemiyorum elderberry'nin cok iyi oldugunu. Daha da neler neler...

Bunlari ogrenince insanin ici rahat durmuyor tabii. Herkes de bilsin istiyor. Cocugunu kulagi agriyor diye doktora goturene antibiyotik yazildigi donemlerde yasadigimiz icin ve antibiyotiklerin simdi yararli gibi gorunse de uzun vadede bagisikliga ne kadar zararli oldugunu bilince, insanin gonlu razi gelmiyor, sarimsak yagi da kullanabilirsin diyor dili. Ama dinleyen anne sana caniymissin gozleriyle bakiyor. Saniyor ben cocuguna zarar verecegim, sarimsak yagiyla. Igghh, ben en iyisi antibiyotik kullanayim diyor. Parka gidiyoruz, anneler cagiriyor piknik masalarina. Biz hazirliksiz gitmisiz. Cunku sadece parkta oynayacaktik. Davete hayir demiyoruz cunku Mira seviyor herbirini cok cok. Oturuyoruz battaniyelerin ustune. Hemen kutular aciliyor. Cukulatali biskuvi, tesekkurler Mira'nin alerjisi var sanirim, yediginde burnu tikaniyor, oksuruk yapiyor. Ki yapmasa da bir cukulata bar icindeki seker nedeniyle bagisiklik sisteminin %80ini 5 saat kapatiyor, etraf bahar hastaliklariyla dolu. Digeri cilek kutusunu aciyor, Mira'nin en sevdigi, ama organik yiyor o, organik olmazsa en yuksek tarim ilaci seviyesine sahip, nasil yedireyim ben onu ona. En iyisi yemek pisirmem lazim deyip kalkmak ve kalkiyoruz. Belki arkamdan dedikodu yapiyorlar, disardan kendime bakinca psikopat gibi gorunen gayet benim. Ama altinda gercek oyle degil.

Bugun de alinmamasi gereken gunes yaglarini ve de alabilecekleri yaglari yayinladim ki gidip cocuklarina zarar verecek seyleri almasinlar diye, butun cocuklar kiymetli cunku benim gozumde. Sonra da baska bir haber okudum Kraft, Pepsi ve birkac firma daha urunlerinde dusurulmus fetus hucreleri kullaniyorlarmis tadi insana hos gelen hale getirmek icin. Okuduguma inanamayip, kimse bu urunu bilse kullanmaz, bilmedigimiz icin kullaniyoruzdur diye yayinladim ve sonra bir de baktim ki felaket tellali gibiyim.

Kendimce degilim elbet. Ama sabah sabah her ne sebepten olursa olsun Facebook'una giren bircok kisi ne hissediyordur acaba bu konularla karsilasinca. Herkes benim gibi arastirmak ve de ailesine fotograf yollamak icin kullanmiyorki bu icadi.

128 kisi ölmüş Hindistan'da asi sonrasi. Kac kisi bu haberi okuyunca bir dakika ben de gidip ezbere cocugumu asilatmayayim, neler oluyor diyordur acaba.

Cok icim cekildi bu sabah. Belli ki dogam cok yatkin bu tur konulari arastirip, paylasmaya, ama oyle arada kalmis hissediyorum ki su anda.

Bir yandan hersey Allah'tan inancim saglam, diger yandan kendi yaptiklarimi ve digerlerinin yapmadiklarini yargiliyorum.

16 gun kaldi Swamiji'yi gormeme, eminim iyi bir temize cekilecegim yine. Bakalim benden geriye ne kalacak sonrasinda...