29 Mart 2011 Salı

Yardim ustune ...

Iki gundur durum su;

Mira'yi okuldan almaya gidiyorum, ustunu giyinmemis halde buldugum findik kurdu, bir yandan lak lak yaparak etrafta dolaniyor, bir yandan da yardima ihtiyaci olanlarin pesinde kosuyor. Biri botunu ariyor, Mira kar pantalonunu giymek uzereyken, herseyi birakiyor kosa kosa gidip botu buluyor, veriyor. Cantasini birakmis birinin pesinde kosuyor. Yere dusen defteri kaldiriyor. Ogretmenin daginikliklarini topluyor. Ben de sabrim varsa duvara dayanip seyrediyorum, sabrim yoksa iki gundur yaptigim gibi, "annecim sen giyindin mi ? Giyinmedin. Once kendine yardim et, sonra baskalarina" diyorum.

Mira'nin motifi ne bunu yaparken; ona dedi ki ogretmeni bir gun butun sinifin ortasinda "You're a great helper!" "Cok iyi bir yardimcisin" O gun bugun, herkese yardim ediyor. Ve bu yardimin sonunda insanlar ona yaklasiyor, seviyor, onurlandiriyor, paylasiyor, oynuyorlar. Demek ki yardim etmek guzel birsey dedi o da haliyle.

Ne tanidik senaryo degil mi...

Oksijen maskesi once kendimize, sonra yanimizdakine.
Disardan alinacak sevgi ve mutluluk yok maalesef. Ama insanin dogasi bunu boyle yanilsayarak gormeye meyilliymis anlasilan, Mira'yla izliyorum.

Yardim etmek tabii ki guzel bisey ama gercek yardim kendimizi bildikten, kendimizi O'nda demirledikten sonra yardim oluyor. Oncesinde ise egoya benzin...

O guzel his, ben yardim ettim. Ben ona yardim ettim. Ben olmasam ne yapardi. Ben yardim ettim, boyle oldu, soyle degisti. Ahh canimmm benim. Ne guzel yaniliyoruz hergun. Ne guzel oynatiyor bizi ruyalarimizin icinde.

Gecenlerde yazmistim ya sohbet ustune, iki halim var diye. Birinde ben yardim ettigimi dusundugumde kabak basima patliyor, ikincisinde ise vesile oluyorum, diye. Ikincisin de bile, vesile oluyorum derken bile, kendimi bisey saniyorum goruyorsun ya :)

Once kendine Uma'ji, once kendine :)

25 Mart 2011 Cuma

Ruya

Bu sabah ruyam yine korku filmi tadindaydi, ama sonu guzel bitti. Bir yere gidecekmisim. Kendime dikkat etmem soyleniyor. Gidiyorum. Once kulube gibi evlerin arasina giriyorum. Birden karsidan 3-4 tane elinde makinali tufeklerle ates ederek adamlar cikiyor. Hemen diger tarafa dogru kaciyorum. Evlerin arasindan gecip bir eve giriyorum. Saklanarak ilerliyorum. Heyecanliyim. Birden karsima fiziksel olarak Tibetli bir rahibe benzeyen biri cikiyor, hatta Dalai Lama'ya o kadar cok benziyor ki, belki de oydu. Neyse ellerini bana dogru uzatiyor, buyucu edasiyla, mantralar soyleyerek biseyler yapiyor bana. Ben oyle donakaliyorum karsisinda. Yuzunde huzurlu bir gulumseme. Ellerinin son hareketinde Om Namah Shivaya diyor. (Hindistan'daki en kuvvetli ve en yogun kullanilan mantralardan biridir, Lord sana siginiyorum demektir.) Inanilmaz bir his dolasiyor bunun sonunda bedenimde. Gulumsuyorum, adam kayboluyor. Ayak sesleri duyuyorum, camdan disari baktigimda, sahilde kesik kollar, kesik kafalar, sismis olu vucudlar goruyorum. Burdan kacmam lazim ama nasil diye dusunuyorum, bakiyorum kapinin onunde bi sandal, icinde iki kisi. Iyi insanlara benziyorlar. Kapidan cikip beni goturebilir misiniz diye soruyorum. Ozur dileyerek reddediyorlar. Ama yaklasan ayak seslerinden hemen kendimi atiyorum denize basliyorum yuzmeye, uzaklasiyorum evden. Ilerde gordugum tekneye gidiyorum. Icerde insanlar var. Oralari pek animsamiyorum. Onlar beni yakaliyorlar. Biri ellerimden tutuyor, digeri koskocaman bir bicak cikarip, bilegimden kesmeye basliyor beni. Fakat o bilegimi kestikce bilegim hizla iyilesiyor. Panik oluyorlar benim elimi kesemediklerini, bana zarar veremediklerini anlayinca. Olumsuz oldugumu anliyorum o sirada. (Su ana kadar ruyadaki beni hep seyrediyorum. Yani kadini goruyorum. ) Ve birden kendimi yildizlarin otesinde buluyorum. (Bu sahneden sonra hic beden yok, sadece seyredis) Bir yerdeyim. Sadece ben varim. Onumde ucsuz bucaksiz yildizlar. Om Namah Shivaya diyorum aciyorum perde gibi siyah gokyuzunun ustune dizilmis yildizlari. Sonra mavi piril piril gunesle parlamis gokyuzunu aciyorum perde gibi. Sonra evi aciyorum perde gibi ve kendimi iki kisinin karsisinda iste sonsuzluktan boyle ben dedigin insana donusuyorsun diye anlatirken buluyorum. O iki kisi "simdi anladim" diyorlar. Seviniyorum onlar da anladi diye :)
Sonra Mira geldi, anne hadi oynayalim mi diye durttu :)
Oyun yine basladi,
ASKla...

24 Mart 2011 Perşembe

THE SUPREME GIFT by GURUDEV

Yoga is the supreme gift of India to the world at large. Yoga does not quarrel with science; it supplements it. Yoga is a methodical way to attain perfection, through the control of the different elements of human nature - both physical and psychical.

Yoga is the supreme science of contacting reality. It is perfection in action. It is equanimity of attitude. It is perfect peace. Yoga is union with God.

Yoga is not a thing merely to be heard. Yoga is a thing that has to be assimilated and put into practice in daily life. The practice of yoga enables one to realise unity with the whole world. It is living in tune with God.

Yoga is abiding by the principles of truth and avoiding the path of untruth. Yoga is a science which is meant for the study of the reflective. It is for those who are convinced that the world of the senses has nothing substantial to offer.

Yoga is a process of continuous transformation. The inner perfection of Self-realisation can only come to be revealed by experience. This happens only progressively. The transformation of one's personality is achieved through stages.

As you advance in yoga, the ego is progressively replaced by the spirit. It is through this that the will of God works. By the practice of yoga, the sadhaka (seeker) is freed from the tyranny of the lower mind and he becomes divine. At a later stage the transformation takes the shape of a progressive unfoldment of the spirit.

---

A preceptor or guru is indispensable for the practice of yoga. The aspirant should be humble, simple, gentle, refined, tolerant, merciful and kind. You will not have success in yoga if you have desire to get psychic powers. Yoga does not consist of sitting cross-legged for six hours, nor in stopping the heart-beat, nor in getting buried in the ground for a week or a month.

23 Mart 2011 Çarşamba

Sohbet

Dun kardesimle konusurken farkettim ki sohbet etmesini bilmiyorum.
Yani bir konu ustune karsilikli konusurken ki buna sohbet deniyor, soru sorup derine inmek oyle adetim olmus ki, beraberinde de hemen akil verme cumleleri geliveriyor.
Once hic haz etmedim bunu farketmekten. Durdum soyle bir gozden gecirdim butun iliskilerimi. Ucuncu besinci cumleden sonra mutlaka bir tavsiye, bir yol gosterme hali. Boyle icim kalkti kendimden.
Sonra biraz daha oturdum bu halin ustunde, seyrettim gecmisten gunume filmi.
Annem 14 yaslarindayken bana kizardi. "Sen eskiden boyle degildin, 5 yasinda benim derdimi dinler bana akil verirdin."
Insanlari hatirladim sonra, yeni tanistiklarimi, hayatlarini acislarini. "Sana neden bu kadar guvendigimi bilmiyorum ama anlatmak istiyorum" diyenleri.
Esleriyle paylasmadiklari sirlari bana anlatanlari.

Ve yeniden oturdum bu sohbet edemiyorum fikrinin ustune. Tanri hepimizi ozel yaratmisti, beni de boyle yaratmisti arada.
Sukur dedim, O ne dememizi istiyorsa onu diyorduk. Yine silkelendim. Suyum buyum, su degilim bu degilim etiketlerimi attim.
Kardesim tavsiye dinleyecegi donemde degildi, bilsem susardim, ama konusturacaksa, susmayi da basaramazdim :)
Oyle iste gunler bu ikilemleri BIRlemekle gecmekte...

Yukarda yazdigim konu kendi icinde ikiye ayriliyor;
1- Biri halini anlatirken susamayan ben, a- Ortaligi duzeltme cabasi icinde, cunku karsidakinin aci cekmesinden hoslanmiyor
b- Perdenin arkasinda sakli Tanri'yi gormus gostermeye calisiyor, cunku karsidakinin bos yere aci cekmesini istemiyor
2- O'nun diyecekleri var, vesile oluyor.

Birinci durumda "bundan hoslanmiyorum, bunu istemiyorum" kelimelerinin varligi nedeniyle mutlaka kabak basima patliyor.
Ikinci durumda ise alan razi veren razi :)

ASKla...

21 Mart 2011 Pazartesi

Aydinlik

Dunyanin heryanindan felaket haberleri geliyor. Gozlerimi ceviriyorum heryerde, yikinti, yangin, aclik, aci. Bakiyorum eriyor goruntu, gunes doguyor, cicek aciyor, eriyor goruntu, eriyor aci dolu suratlar.
Baska yone bakiyorum agliyor kiz, aciyor yuzu, gozleri, kalbi. Bakiyor gozlerim, arkasindan sizan gunesi goruyorum, cicegin muhtesem rengini, kusursuz golgesini.
Baska yonde aciyor baskasinin kalbi. Asilmis surati gibi yuregi.
Baska yonde yokluk, fakirlik. Hizmet gelmis donusturmekte gunleri.
Nereye baksam felaket gorunse de tarif edemedigim bir guzellik.
Gozlerin icindeki acida da ayni, guzel cicege gulen gozde de ayni.
Gunes heryer. Aydinlik. Rengarenk.
Akiyor selale. Tasiyor sular. Altin parcalari buluyorum etrafta. Selaleden dusuyorum bir kulube icinde hic zarar gormeden. Indigim yolda rengarenk mercanlar, rengarenk yosunlar. Yurudukce ayaklarimi islatiyor tasan sular, yosunlar dolaniyor parmaklarima.
Dunyadan felaket haberleri gelirken dort bir yandan, bu guzellik tarif edilir gibi degil.
Simdi neye inanmali, gazete ve televizyonlara mi? Tarif edemedigim kalbimden tasip gozbebeklerime dolan guzellige mi?
Ama orda oluyor bunlar diyor sagim solum, yuregimde acan gunes eritiyor resimdeki yuzleri, aciyi, siziyi...

P.S 2004 yilinda Endonezya'da yasanan felaketin ardindan Swamiji'nin satsang'inda bu konu konusuluyordu. Herkes ordaki insanlarin acilarinin nasil adil olup olamadigini tartisiyordu Swamiji'yle. Ben konusmaya hic dahil olamamis aksine kendimi oyle soyutlanmis hissediyordum ki. Cunku gordugum her resme ve videoya ragmen, olan buyuk bir dalga geliyordu, kiyafetleri alip gidiyordu. Burda olan O, OL'maya devam ediyordu. Uzulemiyordum. Kendimi iyi hissetmiyordum dolayisiyla. Satsang sonrasi Swamiji'ye gidip anlattigimda, neden herkesin icinde soylemedin demisti, utanmistim, o kadar duyarli biriyken duyarsiz olarak suclanmaktan korkmustum, soyleyememistim.
Simdi soyleyebiliyorum.
Gunes doguyor, geceden sonra, heryer aydinlaniyor.
Herkes...
ASKla...

12 Mart 2011 Cumartesi

Lord Siva'nin testi

Gunlerden birgun Lord Shiva ve karisi Parvati (Uma) mutlu mesut koltuklarinda oturuyorlarmis. Ogullari Ganesh ve Karthikeya da etrafta oynuyormus. Lord Shiva cocuklarini yanina cagirmis. Ilk kim dunyanin etrafini dolasip gelirse ona Ladoo (cok lezzetli bir tatli) verecegim. Karthikeya'nin araci bir tavuskusu, Ganesh'inki ise bir fareymis. Ikise de atlamislar bir nefeste araclarina. Karthikeya hizla uzaklasmis bindigi tavuskusuyla, Ganesh ise faresinin ustunde yavas yavas ilerliyormus. Lord Shiva ve karisi merakla durumu izliyormus. Ganesh faresinin ustunde annesiyle babasinin koltuklarinin etrafinda bir daire yapmis ve babasinin onune geri geldiginde elini uzatmis, Ladoo'mu alayim manasinda :)
Bu davranisi goren Lord Shiva cok memnun kalmis oglunun bu erdemli hareketinden ve vermis Ladoo'yu, Ganesh de afiyetle yemis.
Ganesh heykellerinde gorebileceginiz yuvarlak topa benzer sekiller, iste o ladoo'lardir.

Buyrun simdi siz dusunun bu ne demekti :)

ASKla,

7 Mart 2011 Pazartesi

Mutlulugun Sirri

Bir zamanlar bir koleksiyoncuya ait, bir altin yuzuk, bir altin kulce ve bir altin kral muhuru varmis. Koleksiyoncu uyurken bu ucu her daim kavga edermis.
Altin yuzuk kendisinin diger ikisinden daha iyi oldugunu cunku zengin bir gelinin parmagini susleyecegini soylermis.
Altin kulce kendisinin diger ikisinden daha iyi oldugunu cunku madencilerin hayatlarini tehlikeye atarak kendisini cikarttiklarini soylermis.
Altin kral muhuru ise asil kendisinin diger ikisinden cok daha iyi oldugunu soylermis cunku Kral'in mesajlarini muhurlermis.

Gece gunduz ettikleri kavgalar bir gun bu konuyu Tanri'ya danismaya karar verene kadar devam etmis. Tanri'nin hangisinin daha iyi olduguna karar verebileceginden eminlermis. Boylece Tanri'nin huzuruna cikmaislar.

Her biri neden digerinden daha ustun oldugunu anlatmis O'na. Tanri hepsini dikkatlice dinlemis ve "uzgunum kavganiza son verecek bir cevabim yok" demis.
Altin muhur ofke ile yerine oturmus ve " Ne demek son verecek cevabin yok, Sen Tanri'sin" demis.
"Sorun da bu zaten" demis Tanri. Ben bir yuzuk, bir kulce ve bir muhur gormuyorum. Tek gordugum altin..."

Bu hikayeyi Deepak Chopra'nin God is Laughing kitabinda okumustum. Bugun yazmak nasip oldu...

Ahmet, Mehmet, Ayse, Sinem, John, Lisa, Sanjeev, Khalid, Kai Lei mi?
Tanri mi ?

ASKla...

5 Mart 2011 Cumartesi

Eylemler

Gun icinde istesek de istemesek de birtakim eylemleri icra ederken buluyoruz kendimizi.
Bana sikca olur mesela, bugun aksam yemek yapamayacagim pizza isteriz diye karar veririm, sonra saat 5.30 olunca mutfaga girer buzdolabinda buldugum yetersiz sandigim malzemelerle bir yemek cikaririm, aksam da bayila bayila yer ve iyi ki pizza istememisiz deriz.
Ya da cok sinirlenirim konusmayacagim derim, yuzunu gorunce gulmeye baslarim.
Ya da bundan sonra asla boyle yapmayacagim derim, bir bakarim ertesi gunu ayni sey hic degismeden devam ediyor.
Gece yatmadan soyle bir 10 dk ayirdigimda, gunu inceledigimde butun davranislarin olmasi gerektigi icin yapildigini gorurum. Goremediklerimi de birkac zaman sonra gorurum. Haa bu demek bunun icinmis derim, anlarim gecmiste anlam vermedigim eylemi.

Gecenlerde bloglarin kapanmasi uzerine yazdigim yazi uzerine dusunmeye itti birkac cumle beni. Bazi seyleri daha duzgun anlamayi ve anlatmayi denemek icin actim bu sayfayi.

Benim blogum kapandi, icinde universite tezim vardi. Iki secenegim var bu olay karsisinda.
Birincisi, herkesi suclayip, bilhassa yasadigim ulke ve kanunlarini ofkemi disari atmaya calismak.
Ikincisi, bu olay basima geldi. Simdi nasil davranabilirim, bir sonraki adimim ne olacak diye ileri dondurmek basimi. Bu ikinci sik da, kanuna kanunla itiraz etme haklarimin hepsini kullanabilirim. Protesto yapabilirim. Yuruyusler, pankartlar, istedigim eylem turune katilabilirim. Icimden hangisi geliyorsa. Hangisinin dogru eylem oldugunu hissediyorsam.

Birkac gun once yazdigim yazida ozellikle kendimde olan ve etrafimda bu kendimde olani gordugum seye yazmistim yaziyi.

O da ozetle su:
Bir olay var. Olayin olusu seni bir baska eyleme goturecek. Bunu yaparken eger duygularimizi isin icine karistirirsak katastrofiyle, duygularimizi karistirmadan, yuregimizin sesiyle bir sonraki adimi attigimizda ise Tanri'nin planiyla devam edecegiz. Birincide de Tanri'nin dedigi oluyor, ikincide de. Degisen tek sey, duygulari karsitirmadigimiz icin, perisan olmuyoruz, aci cekmiyoruz.

Blogum kapandi, ya yapabileceklerimi yaparim, ya da ah vah blogum kapandi diye uzulebilirim.
Iste yazdigim yazi bloglari kapandi diye panikleyip, uzulen kisileri kapsayarak yazilmisti. Kendimi gordugum onlari bahane ederek ve yine bana geri donerek yazilmisti.
Kimsenin yasamini elestirmeye hakkim da yok, buna yetkim de yok.
Herkese sukrediyorum sadece, bana "SU ANDA" kim oldugumu gosterdikleri icin.

ASKla...

4 Mart 2011 Cuma

Uma'nin Dus'u



Aramizdaki ASKin daim oldugu, ne yasanirsa yasansin kalbime demir atmis Dus'umle, bugun yukardaki video ustune konusmak nasip oldu. Gordugum en guzel videolardan biriydi bu siralar. Insanligi yukselten bilim adamlari oldugu kadar, onlarin kotulugune calisan bilim adamlari olmasi da kacinilmaz. Yoksa o kaslari catik, gozleri guzel bakmayan bilim adamlari sadece cizgi filmlere mahsus degildi. Onlar da burdalardi. Hergun yeni haberlerle karsima da cikiyorlardi, perdelerin arkasinda saklanarak. Kimisi rahim agzi kanserine asi buluyordu kadinlari kanser ediyordu, kimi Aids'i yayiyordu Afrika'da.
Anne sikayet ediyordu, cocugum cok hareketli. Psikiatra gidiyorlardi. Psikiatr ADHD teshisi koyuyordu. Doktor ilac veriyordu. Anne seker vermeye devam ediyordu. Boyle sekerin yol actigi hiperaktivite doktorun ilaciyla egale oluyordu. Oysa o etiketlenen cocugun altinda bir dahi yatiyordu belki. Dehasi ilacla bozguna ugratiliyordu.
Yukardaki etiketler ve altinda saklanan asillar cok dusundurucuydu.
Baglanma sorunu var diye etiketlenen bir digeri, sifaci oluyordu.
Cocuklar dogduklarindan itibaren en deger verdikleri dusunulunen ebeveynlerinden baslayarak etiketlenerek buyuyordu. Bilmeden yapiyorduk ama herseyi. Bilelim diye mesajlar yolluyordu Tanri...
Bugun de videoda kalmistim. Dus'e dedim muhtesemmis altlarinda sakladiklari. Altinda sifaci sakliymis, altinda mucit sakliymis...
Cevap vermis bana: "Ben de sabah seyrettigimde sifacinin altinda saklanana goz kirptim :)"
Sabah gafletiyle gorememistim sifacinin da altinda saklanmis SENi. Oysa hergun Mira'yla saklambac oynamaktan cok formdaydim hani.
Gozlerim tasti yine.
Ben gormeyi unutmustum da ASIKlari oyle coktu ki, onlardan biriyle yine durtuyordu beni.
Sukur dedim...

Mira'nin ogretisi

Her daim ogretmenimdir Tanri'nin verdigi kizim bana. Tanri'nin ogretmenidir. Bazen ogretmene baskaldirsam da cogu zaman baskaldirdigim anlarin ertesi dahil, anlamaya calisirim neyi ogretmeye calisiyor simdi bana.

Iki gundur ust uste ayni dersi veriyor. "Simdi"

Simdi sunu yapalim derken ben, Mira sozumu bile dinlemeden sonra da sunu yapalim diye devam ediyor cumleye.
Ben nefes aliyorum. Mira'cim bana bakar misin, simdi yani su anda bunu yapiyoruz.
Mira yine son kelimeyi atlamis, sonra da sunu yapalim diyor.
Bir derin nefes daha aliyorum. Bu nefes de sakinlestirmezse sesimi yukseltecegim daha keskin bir ifadeyle.
Miracim, biraz sonra ne yapacagimiza biraz sonra olunca karar verilir. Simdi bunu yapiyoruz. Bununla mutlu olalim.
Ikinci gun diyalogta hicbir degisiklik yok.
Bu aslinda Mira'nin genel derslerinden biri. Dersin basligi ogrenilmis ama dersi gunluk hayatta her daim yasamak cok zorlayabiliyor bazi bazi.
Gulumsuyorum. Sonra da sunu yaparsin dediklerimi duyuyorum esime, kendime.
Gulumsuyorum.
Bir bilgi geliyor sonra, mart ayi su anda kalmamiz gereken bir aymis. Eger su anda kalamazsak cok zor gececekmis.
Ne guzel uyardin yine beni diyorum. Firtina oncesi tedbir almam lazim. Daha uyanik, daha farkinda olmak lazim.

2 Mart 2011 Çarşamba

Herkes gider Mersin'e

Evet ben giderim tersine...

Neyiniz var diye soruyorum, blogumu kapattilar diyorlar. Allah daha buyuk aci gostermesin insallah diyorum, yuzume bakiyorlar, ben de onlarin yuzlerine.

Yalan mi soyledim simdi, Allah daha buyuk aci vermesin!
Blogunuz kapanmis
Artik yazamiyorsunuz istediginiz gibi
Yapanlara karsi baskaldirmazsaniz daha da ezecekler basinizi...
Boyle biliyorsunuz cunku boyle ogrettiler bize.
Cok sarilma simartirsin, cok susma tepene cikartirsin, cok verme birakip gider. Ogretiler yalan yanlis. Ama hepsi O'nun plani. Reddettigim kanisina varilmasin.
Yanlislardan gectik, artik buyume vakti geldi ama diye dusunuyorum.
Tanri her an kucuk kucuk derslerde bakiyor bize ne alemdeyiz.
Kucuk kucuk derslerle uyanmamizi diliyor belki de.
Dun dinledigim bir konusmada muhtesem konusmaci, "Ben sizin yanan demiri yalayarak ogrenmenizi dilemedim" demistir Allah'u Teala diyor. O bize kucuk derslerle ogretiyor, zamani geldikce. Dersimizi aldik aldik. Almadik, ders daha da zorlasiyor. Sinifta kalinca ogretisi pek bir aci oluyor. Sonra bir de donup Allah'im yardim et diye dua ediyoruz. Ediyordu zaten basindan bu yana. Gafletimize bakiniz.
Simdi ben cemberin disindayim, bana da ders veriyor ben baskalarinin derslerini ogrenip ogrenmediklerini seyrederken. Neye ne kadar bagimlisin diye soruyor Tanri. Aliyor elinden birkac gunlugune bakiyor, ne kadar bagimlisin?
Al Tanrim, zaten Sen vermistin, al Tanrim, zaten Sen yaziyordun diyebiliyor muyuz? diye.
Sen yurtdisindasin seninki kapanmadi diye boyle rahat konusuyorsun iste dediler, kimisi iclerinden. Bagimli olmadigim icin benimki kapanmadi.
Peki ben neye bagimliydim.
Esim dun geldi dedi ki soyle bir proje daha var. Birden itiraz ederken buldum kendimi. Calis hayatim, sabah saat 8 dene gece 12'ye kadar. Bu kadar cok calisirsan erkenden oleceksin, kazandigin paralari da ben harcayacagim dedim son noktayi koyarken de. Cok calismak zorunda oldugumuza inanmiyorum. Tanri'nin her haneye rizkini verdigini biliyorum ve inancim tam bu konuda. Ister altin al, ister dolar sat, ister hisse senedi. Bu eve ne kadar para girecekse o kadar girecek su veya bu nedenle. Bir diger zaafim da patladi konusma ya da vidi vidi sirasinda. Benim aksamlari seninle olmaya ihtiyacim yok mu saniyorsun ? dedim. Sonra durdum biraz, baktim soylediklerime, dinledim, gordum. Oyunun diger parcasini oynayan, Tanri'nin bu hanenin ozellikle maddi ihtiyaclarini karsilamasi icin kullandigi arac esim. Icinden ne hissediyorsan o dogrudur dedim. Su anda, bu donemde ekstradan cok calisman gerekiyorsa, o da O'ndandir.
Sana ihtiyacim var cumlesi ezberimden cikmisti. Psikolog kuzinimle konussak mesela, guzelim tabii ki sen de insansin, senin de iletisim kurmaya ihtiyacin var, kendini ifade etmeye, konusamaya derdi. Oysa ben oyle hissetmiyordum artik. Oyle hissetmedigim halde toplumun ideal ailede olmasi gerekenler maddelerini uygulamaya calisiyordum. Oysa asli oyle degildi ki isin.
Bugun soyluyorum:
Esimin ici rahat olmali, icinden ne hissediyorsa onun pesinden gitmeli. Cunku kalbimizdeki heyecan O'nun rehberligi. Duymamiz, takip etmemiz lazim.
Esimin oyununa karismaya hakkim yok yalandan hem de.
Iste ezbere davranislarimizi yakalamak oyle zor ki. Hele de herkes ayni seyleri evetleyip, ayni seylere itiraz ederken. Dersin ilk asamasinda Tanri'nin sesi cok kalabaliklar icinde cok derinlerden gelerek oluyor. Sonra sesler azalip dersin siddeti artiyor. Ama icinde sakli Tanri hep ayni.
Cemalnur Sargut'un bir konusmasini dinledim gecenlerde.
Kizini kaybetmis. Buyuk bir aci yasamis. Annesi "secde et" diyor.
"Oyle yaniyor ki yureginiz, evlat bu," diyor. Sonra ekliyor. "Ama yuce Rabbim o yanan atesin icine saklamis huzurunu." "Simdi bana evladimi kaybettim diye gelenlere, elimde olmadan ohh ohh masallah, diyorum" diyordu.
Allah buyuk acilar yasatmaya gerek biraktirmasin. Bu dunyaya kariyer yapmak, istedigimiz gibi yasamak, istedigimiz evde oturmak, cok begendigimiz arabayi kullanmak, fakire fukaraya yardim etmek, Guzin Abla olmak, 50 yasinda 60 kiloda olmak icin gelmedik. Yetmedi mi hepimize! Yeterince kaybetmedik mi kendimizi!
Hem de oyle bir kaybettik ki, iste burda, surda, gosteriyorum goruyor musun, Tanri'yi bile goremez olduk. Vay halimize...