27 Aralık 2010 Pazartesi

Huzun

Bir sihirli degnegim olsun istiyorum. Icinde yeterince peri tozu. Butun herkes uyurken ben uyanik, silkelemek istiyorum peri tozunu butun dunyanin uzerine. Ve bu tozla huznu ebediyyen ortadan kaldirmak istiyorum.

Yazani uzen, okuyani uzen, kalplerimizi avuclarinin icine alip, caani bir gulumsemeyle yuzumuze bakip, yeterince acittim mi diyen huznu, silmek istiyorum dunyadan ve her bir canlinin hafizasindan. Silinsin ki kimse animsayamasin, kalbimizde acilmis o kesiklerin nedenlerini. Animsayamayinca, yaralar yavas yavas kapanacak, ustunu pembe kaymak sevgi saracak.

Istiyorum. Tanri'yi istedigimin yaninda bunu da istiyorum. Huznu, bu dunyadan kaldirmak istiyorum.

Huznu silinen kullar, ellerine kalemlerini aldiklarinda, ya da uzattiklarinda parmaklarini klavyeye, belki ne yazacaklarini sasiracaklar bir sure. Ne yazacagini bilemeyenler, belki de birseyler dinlemek isteyecekler, "yaz" gelsin diye. Ama kulaklari da alisik oldugu o tiniyi bulamayacak, cunku huznu silecegim bir gece, herkes uyurken. Kulaklari duymayan, hafizasinda da yeri olmayan huzun cikamayacak disari bir daha. Yerini neyle dolduracagiz? Nasil besleyecegiz egolarimizi. Ego mutsuzlugu sever, aciyi sever. Olumu degil, yasamayi sever; kanaya kanaya yasamayi ama.
Biliyoruz yeri neyle dolacak. Umutla, askla, sevgiyle, paylasimla, neseyle, huzurla dolacak. Bir huzun kelimesi yerini binlerce kelebek kanatli, peri tozlu kelimeye birakacak.
Inanmayan varsa denesin, bunun da denemesi bedava.
Icimize fazladan gunes dogar hem bu vesileyle...
Tanri'nin bahsettigi sihirleri aydinlik kelimeler icin kullandigimiz gunler baslasin artik...!

26 Aralık 2010 Pazar

Tanrinin elleri...

Gozlerimden akiyor yaslar. Baskalarinin bile acilarina tahammul edemiyorum artik.
Niye agliyorsun diyorum, soruyorum kendime. Cevap bulamiyorum.
Ne icerde uyuyan kiz cocugunun annesiyim, ne yorgunluktan koltuga yigilmis adamin karisi. Ne kardesimin ablasi, ne annesinin kuzusu. Hicbirseyim, herkesin birseyi gibiyim belki ama hicbirseyiM.

Ruya gormenin guzelligini anliyorum su an'da. Korkunc oldugunda nefes nefes kalkarsin, boncuk boncuk terlerini silerken, kalbini sakinlestirmeye calisip, ruyaymis dersin.
Guzelse yorgani cekersin basina, gozlerini simsiki yumarsin devam eder ruyan, nasil oldugunu hic bilemesen de bir kac saniye daha oynatirsin filmini. Sonra yorgani acip, gulumsersin yatagindan disari. Guzel bir ruyayla baslar guzel bir gun. Sanstir.

Oysa simdi, ne ruyadayim, ne gercegim. Ne uyuyorum, ne tam uyanik. Uyku sersemi, mahmur. Tut ellerimden n'olur, al artik yanina. Dayanilasi degil buralar...Askinda erit beni, bitir... Bitti bu ruya diyeyim. Biliyorum kim oldugumu, uyandim diyeyim. Gel artik, bitti gozyaslarim yoluna...
Oyle yakinim ki inkarin sozkonusu degil, avuntular oyle uzaktalar ki oyalayamiyor bu gece beni. Yaniyor icim, yaniyor, acimiyor.


* Sarki baskalarinin acilarini dinlerken cikti karsima...



Rüzgâr eserken,
Yapraklar dökülür,
O berrak yüzünden bir damla süzülür,
Bu ayrılık...

Kalbindeki en büyük yaradır artık...
Ve güneş batarken, çocuklar uyurken,
Başucunda bekleyen yorgun bir melektir...
Ve her gece sabret diye saçlarımda dolaşan Tanrı'nın elleridir.

Ne büyük, ne derin, ne siyah, ne keskin,
Hep ayrılık gibi o kırılgan gözlerin,
Unutma...
Unutma...
Dikecek yırtılan geceyi sabaha...

Ne büyük, ne beyaz, ne eşsiz, ne duru,
Hep sarılıp sarıyor üşüyen ruhumu,
Bırakma!
Bırakma elimi düşerim karanlığa.

Yasayanlar...

Narayanan Krishnan,

Isvicre'de bes yildizli bir otelde takimiyla beraber calisan odullu bir asci. Hindistan'a ailesini gormeye gittiginde, yolda bir adamin kendi diskisiyla beslendigini gorunce inanilmaz cani yaniyor. O andan itibaren adami beslemeye basliyor ve benim yapmam gereken iste bu diyerek isini terkediyor. 2002 yilinda gordugu bu manzara onu asla terketmiyor. O gunden bu yana sabah saat 4'de kalkip, kendi pisirdigi sabah kahvaltisi, ogle yemegi ve aksam yemegini, bagislanan bir arabayla 125 mil yaparak, yolda gordugu butun ihtiyaci olanlara yemek dagitiyor.
Kurdugu kar amaci gutmeyen derneginin ismi Akshaya, anlami ölmeyen, silinip gitmeyen. Insan sevgisinin ölmemesini ve silinip gitmemesini diliyor. 29 yasinda isini birakip kendini aclara ve zihinsel ozurlulere adamis bu genc adamin kendini gecindirecek parasi yok. Ailesi cok ofkelenmis baslangicta, cunku egitimi icin cok para harcamislar. Sonra Narayanan israr etmis annesine, gel gor beni diye. Annesi oglunun bir gununu gordugunde, sen onlari besliyorsun, hayatim boyunca ben de seni besleyecegim demis. Bugunde kadar Narayanan 1.2 milyon ogun sunmus. Yemek yedirdigi insanlari taniyor, isimlerini biliyor, onlari tras ediyor, saclarini kesiyor, yikiyor. Artik kendimi cok rahat hissediyorum, yaptigim isi seviyorum, diyor.

Linda Fondren,

2006 yilinda 54 yasindaki kardesini kanserden kaybetmisti. Olum nedeni kanserdi ama olume sebebiyet veren onun obez olusuydu. 1.47 cm'lik bedeninde 120 kilo tasiyordu. Missisipi'liydi kardesler. Obez olmasi sasirtici degildi cunku bu eyalet Amerika'da son alti yildir hic sekmeden hep en sisman eyalet seciliyordu. Linda yasadigi eyaleti en sisman eyalet lakabindan kurtarip en saglikli (en fit) eyalete donusturmek istiyor. Menuleri et, tavuk, patates kizartmasindan olusan restaurantlari menulerine saglikli bir yemek cesidi koymaya ikna ediyor. Okullarda, kiliselerde bedava fitness dersleri veriyor. Saglikli beslenme konusmalari yapiyor. Neyi neyle degistirebileceklerini anlatiyor bikip usanmadan. Insanlarin yasadiklari hayatin saglikli olmadigini anlamalarini sagliyor. Cunku herkes sisman ve birbiri gibi gorundugunden, kimse icin sorun olmamis bugune kadar. Herkesin haftada 250 gr. vermesi icin ugrasiyor. Hayatini kurtardiklari insanlar var, ve hayatini kurtaracagi bir eyalet.

Dan Wallrath,

Afganistan ve Irak'tan sakat donen, dondugunde kendini gunluk hayata adapte edemeyen, bacaklari olmadigi icin merdivenleri cikamayan, kollari olmadigi icin kapilari acamayan asklerin yasadigi izdirabi goren Dan, Houston, Texas'ta onlar icin ozel evler insa etmeye baslamis. Ve bedava anahtar teslim etmekte. Onlar bizim hayatlarimiz icin kendi hayatlarini feda ediyor, en azindan donduklerinde onlara baslarini sokabilecekleri ve huzur icinde, zorlanmadan yasayacaklari evler sunabilmek en buyuk hayalim diyor. Tanri'ya beni enstrumani olarak sectigi icin sukran duyuyorum diyor.

Anuradha Koirala,

Kathmandu, Nepal'de satilan kizlari kurtarmaya adamis kendisini. Kiz cocuklari daha kucuk yaslarinda, onlara cok iyi is bulduk yalanlariyla ailelerinden para karsiligi aliniyor. Sonra hayat kadinligi yaptirtiliyor. Isyan edenler elektrik sokla terbiye ediliyor. Bir kiz gunde 25-35 musteriye hizmet ediyor. Yaslari 15'den buyuk degil. Anuradha kucuk ekibiyle sokak sokak geziyor, halki egitiyor. Ailelere kanmamalarini ogretiyor. 1993'den bu yana 12000 kiz cocugunu kurtarmis ve kendi merkezine getirip rehabilite etmis. Kizlar merkeze geldiklerinde cogunda HIV+ virus bulunmus. Taciz, dayak, tecavuz hepsinin basindan gecen.
Gozlerinizi kapatin ve dusunun o kiz cocugu sizin de cocugunuz olabilirdi. Simdi gozunuzu acin ve bakin butun kiz cocuklarini kendi cocugunuz gibi hissedeceksiniz, diyor.
Kizlar gozyasi dokuyor, beni annem dogurdu ama Anuradha'nin bana verdiklerini, ne yapsam odeyemem diye...

Evans Wadongo,

Nairobi, Kenya'da cocuklar gunduz calisiyor, hem de okula gidiyor. Sonra eve gelip ders calismalari gerekiyor, cunku ogretmenleri ertesi sabaha teslim edecekler odevler vermis. Ve ogretmen mazeretleri anlamiyor. Bir dolar kazanmak zorunda olan ailenin, cocuklarinin da calisamasi gerektigini unutmus belki de. Cocuklar gunduz calistiklari icin odev yapma zamani aksamlari, ama aksam da yapamiyorlar cunku isiklari yok. Kimilerinin var onlar da cok pahali aydinlatmasi ve yakacak paralari yok. 23 yasindaki Evans bir lamba icat ediyor. Led isikla aydinlatiyor ve cok cok ucuz pille calisiyor ve uzun sure dayaniyor. Bugun kadar 14000 tane uretmis ve dagitmis. Cocuklar ders calisabiliyor, ilkokulla sinirli kalan egitimleri ortaokula devam etmeye baslamis bile. Daha cok isik lazim diyor, daha cok aydinlanma...

Dun akittim gozyaslarimi sizlere, yaptiklariniza, guzel koskocaman kalplerinize. Icine kimbilir daha kimler sigacak. Narayan daha kac ac insanin ayagina egilecek, yikayip temizleyecek. Anuradha daha kac gozu yasli bacagi kanli kizi kurtaracak. Dan kac umudu Irak'ta bombalanmisi uyutacak Tanri'nin huzurlu kollarinda. Linda kac kisiyi agirligindan kurtaracak. Evans kac kisinin evini degil sadece, kalbini aydinlatacak?

Peki, peki, icim aciyor, nefes alamiyorum dunden beri... Peki,
sen nasil yasadin 2010'u Uma'ji?!?

25 Aralık 2010 Cumartesi

Resurrection

Christ is the ego. The cross is the body. When the ego is crucified, and it perishes, what survives is the Absolute Being, and this glorious survival is called Resurrection.
~ Ramana Maharshi

24 Aralık 2010 Cuma

Nardugan


Türklerin tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir AKÇAM ağacı bulunuyor. Buna hayat ağacı diyorlar.

Gunes Türklerde çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. Bu güneşin zaferini, yeniden doğuş olarak nitelendiren Türkler bunu büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor. Bayramın adı; NARDUGAN (nar=güneş,tugan, dugan=doğan) DOĞAN GÜNEŞ. Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar. Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı'dan. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş. Akçam ağacı, yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş. Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve
bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardangörerek aldıkları
söyleniyor. "Doğum, güneşin yeniden doğuşu"
diye anlatmis Sule http://lovepeaceandharmony.ning.com sitesinde.

Biz de temizledik evimizi, kendimizi. Suslemistik agacimizi, rengarenkti isiklari. Sonra tarcinli mumlarimizi yaktik ve tutsulerimizi.
Karanligin en uzun oldugu bu gunlerde Hindular Deepavali diye kutlamisti, Museviler Hannukah, Hristiyanlar Noel.
Bizim evde butun ritueller kendince yerini bulur icimizin kabulune gore. Ne musluman, ne hindu, ne de hristiyanizdir. Tanriseveriz...
Tek duam var, her daim ettigim. Isa bilincine ulasmadan ruhani hayata baslamamiz sozkonusu degildi. Herkes bunu hristiyanlik olarak algilasa da Isa diye isimlendirilen " I AM" e dokunmamizla baslamisti ruhsal yasamimiz. Isa insanlara seslenmisti: " Babama giden yol BEN'den geciyor" Kendi degildi aslinda kastettigi, Ben'di, I am'di. O yuzden demisti "Babama ait olanlari almaya geldim" diye.
Isa'dan baslayan iste o Ben'den sonra gelenlerin Babamiza teslim edilisiydi.
Ne zaman uzasa cumlelerim, yedigim tokatlarla sessizlesiyorum.
Bir sene daha geldi, gidiyor iluzyonu icinde, fakirlerin fakiri olmama yardim et. Bir BEN kalsin, butun kelimeler senin olsun. Gozlerim bir SENI gorsun, kulaklarim bir SENI duysun.
Gunesi doguran da sen, batiran da. Geceyi baslatan da sen, bitiren de. Gel ruyama da uyandir tumden...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Gicigim

Insanin icinden bir akanlar vardir, bir de insanin kendini akittiklari. Ben su kendimi akittiklarima gicik oluyorum...

Bir guzel insan bir blog yazmis, bilgilendirmis ve guzellestirmis. Gitmisim yorum yazmisim bilgiyi daha da dogru hale getirmek icin. Niye ?? Niye ki? Cok biliyorsun, ee noluyor? Bir satir daha ekstra bildin, yazdin yoruma, noldu ogretmis mi oldun ? Sana ne? Ogrenmek isterse bin kitap var acar okur ogrenir. Bana anlatir misin dedi mi ? Demedi. Bir yorum da kesmemis. Butun blogunu okumussun, eksik olan bilgileri duzetmis, eklemeler yapmissin...

Gicik oluyorum...

Yaz kendi kendine, icinde olup biteni. Okurken gordugunu de yaz. Gormek de guzeldir ve iki kisi ayni yere bakarken gordugunuzu paylasmak. Ama sana ne gidip milletin sitesine ekstra bilgi veriyorsun. Cok icin sistiyse, gel evine, bloguna, yaz ne istiyorsan.

........

Artik gicik olmuyorum.

Ogrendim sanirim bu sefer.

Her bunu yaptigimda ilkokul oncesi, bir yaz ayi, diger cocuklara Tanri'nin ne kadar buyuk oldugunu anlattigim gun geliyor aklima. Tanri bu kadar buyuk, birinci bahce gecilir, daha da buyuk ikinci bahce de gecilir. Daha da buyuk ucuncu bahcenin demirlerine varilir. Cocuklar arkamdan bagirirlar, gitme oraya kopek var diye. Dinlemem, bagli kopek sorun degil, Tanri daha da buyuk diye girerim ucuncu bahceye. Kopek 50 mt.lik zinciriyle kovalar beni bahce kapisina kadar ve babaanemin diktigi firfirli fistik yesili cicekli etegim, kopegin agzina tikilarak can kurtarilir elinden.

Dersimi o gun alsam bugun hala gicik oluyor olmazdim herhalde kendime. Neyse yolun neresinden donersek kardir herhalde.

Yorumlardan sonra degistirilmis son paragraf :)

Dersimiz neymis, "Baskasinin bahcesine girip Tanri'nin buyuklugunu anlatabiliyormusuz, ama yeter artik bilgiyse sozkonusu olan birak herkes kendi arastirsin. "

ASKla...

21 Aralık 2010 Salı

Skype

Bugun kuzinle skype'da konustuk. Goruntulu konusmalardan hani. Arada kitalar da olsa karsinda ya konustugun kisi.

Cocuklar konustu once, birbirlerine hayvanlarini gosterdiler. Sarkilarini soylediler. Sonra onlar ayrilinca kameradan biz kaldik basbasa.

Nasilsin? dedi

Iyiyim, dedim.

Cocuklar araya girdi, gitti.

Bana anlatacagin seyler var mi? dedi.

Iyiyim, cok iyiyim, dedim. Sonra zihnim telasla anlatacak sey aradi. Yarim yamalak buldum birseyler, anlattim hizli hizli.

Skype'ta konusma. Karsimda hem kuzin var, hem de altindaki kucuk kamerada ben.
ben anlatiyor hizli hizli, Ben seyrediyorum. Ben'in seyrettigini goren benin dili dolandi. Hem hizli konusmaktan, hem de yakalanmis olmaktan. (neyi anlatiyorsun dediM)

Sonra cocuklar girdi yine araya.

Kuzin yarin konusalim dedi.

BEN konusacak birsey yok, dedim.

Iyi oldugunu biliyorum da bak birikmis bin tane sey, konusuruz yarin dedi.

Ne zaman musait olursan, dedim.

BEN sus/tum.

Kendinize iyi bakin, opuyoruz dedim.

16 Aralık 2010 Perşembe

Istiyorum oyleyse korkuyorum

Kitaplarda okumuslugum vardi ama hep bir kulagimdan girip digerinden cikmisti. Iki uc gundur ise derin bir deneyim yasatiliyor bu iki kelime tarafindan. Bir seyi istedigimi farkettigim anda butunum, zihnim, bedenim herseyim, farkinda oldugum herseyim ile korkuya dogru kayiyoruz. Ve aslinda istedigim seyi istemedigimi sadece korktugumu goruyorum. Sonra soruyorum neden korkuyorsun diye? Cevap hep Tanri'ya yeterince guvenmedigime dayaniyor. Evet komik tabii, butun yasadiklarima ragmen hala "Tanri'ya guvenmiyorsun" mesajlari almak. Sonra Tanri'ya guvenmeyenin kim oldugunun izini suruyorum. Ego'ya geliyor, Uma'jiye cikiyor yol. Bu beden ne zaman Uma oldugunu dusunse birsey istiyor, ve bakiyor ki istemiyormus, korkuyormus, cunku Uma olunca Tanri olunmuyormus. Kim ne derse desin. Ben Uma, sen de Tanri diye ise cumle, Ben Uma konumundaki kisinin Tanri'ya %100 guvenmesi mumkun degil, cunku sahsiyet oldugumuzda, kendi dunyalarimizin Tanrisiyiz. Bizden daha onemli kimse yok, bizden daha degerli, daha iyi bilen, daha daha daha...
Ne zamanki Uma siliklesiyor, iki uc tokatla yerlere yigiliyor sesini cikaramiyor bir sure, iste o zaman ne istek var ne korku, hersey olmasi gerektigi gibi akiyor.
Su istekten korkuya ilerlemeyi bir ornekle anlatayim.
Mira okula gitmemiz gerekiyor, giyinmen lazim, yoksa gec kalacaksin.
Mira giyinmiyor.
Yukardaki cumle cok masum gibi duyulsa da Uma Mira'nin okula zamaninda gitmesini istiyor. Iki nedeni var: 1- Uma gec kalinmasindan nefret eder, bunun karsidaki kisiye saygisizlik oldugunu dusunur. Ve KENDI KIZI nasil gec kalip baskasina saygisizlik yapar (sahiplenme ile beraber istek var cumlede)
2- Mira okula gidince Uma yalniz kalacak ve her ne yapmak lazimsa onu yapacak (Mira okula gec kalirsa, Uma'nin da zamani azaliyor ve Mira Uma'nin zamanini ihlal ediyor. UMA'nin ZAMANI sahiplenme ve isteme yine)
Sonra bu istekler nereye gidiyor diye takip ediyorum. Herbiri istekmis gibi gorunuyor. Ancak iyi baktigimda sunlar goruluyor. Benim kizim yanlis bir sey yapamaz, ben yanlis birsey yapamam, yanlis birsey yaparsam onaylanmam, saygi duyulmam, kabul edilmem. YOK SAYILMAK.
Oysa Yok sayilan kim ? Uma? Tanri bilincimizin boyle bir sorunu var midir? Asla.

Iste o yuzden teslimiyet en son adim, iste o yuzden Islam (teslimiyet) son din deniyor. Cunku teslimiyette Uma kiyafetinden soyunuyor ve ciplak kaliyorsun, cirilciplak.
Mesaj yerini buluyor yine. Ne zaman yogun bir sekilde Uma olsam, evet sana guvenmiyorum cunku Uma'yi ve isteklerini yani korkularini daha cok onemsiyorum. Thy will be done degil My will be done diyorum. Ve sukrediyorum gecenin sonunda yeniden gunes doguyor ve goruyorum... SENI o isil isil parlayan gunesimi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Kahve Dunyasi

Yillar once Hindistan'a ilk gittigimde, bir arkadasim kendi meditasyon hocasinin kitabini vermisti. Ismini maalesef animsayamiyorum. Kitabinda zihni terbiye etmekten bahsediyordu. Aklimda kalmis ornek anlatayim. Kaju'ya bayilirmis kendisi. Kaju yemeden gecmezmis gunu. Amerika'ya gittiginde de degismemis bu sevgisi. Meditasyon uzerine uzmanlasmaya basladiktan sonra (boyle denmez de, ben kelime bulamadim yine) gormus ki, zihni kaju istiyorum diye komut veriyor icerden, o da kalkip ne yapiyor olursa olsun, isi gucu birakip mutfaga gidiyor ve kaju alip yiyor. Sonra bu sistemi degistirmeye karar vermis. Her icerden kaju istiyorum sesi duydugunda, bunu duymazdan gelmis, yedigi zamanlarin aralarini acmis, ve hic aklinda olmadigi zamanlarda bir miktar yemeye baslayarak zihninin bilegini bukmus.

Birkac gun once rajasik dogamdan bahsetmistim. Yediklerime dikkat etmekle ve en onemlisi kahve tuketimime bir dur demekle basladim ise.
Yine ilk Hindistan'a gittigimde, Devi Temple'a cikarmislardi beni. Orda dilek diliyorsun ve karsiliginda da kendinden bir adak veriyorsun. Ben O'nu dilemistim ve kahve icmeyecegim demistim :) Dilekler bir yillik donemler icin genelde dileniyordu. O'nu istememin karsiliginda ne versem az gelirdi ama, kahveye oylesine bayiliyordum ki, oylesine zevk veriyordu ki icmek, onsuz olamayacagimi dusunuyordum. Hayatimda baska da oyle birsey olmadigi icin onu adak etmeye karar vermistim. Uzerine Mira'ya hamile kaldim, sonra da 2 yil emzirdim. Dolayisiyla toplamda 3 yili gecen bir sure hic kahve icmemistim. Emzirme konusu kapaninca kendimi bu rutine dondurmekten cok buyuk keyif aldim. Ve iki yildir da kahve iciyorum yine. Gunde bir fincan, cok nadir iki fincan. Uc gun onceye kadar.

Zihnimin nasil da kontrolunde oldugumu farkedince birbirimize veda ettik yine. Alt tarafi iki yildir hergun iciyordum, zor olmazdi, bir iki gun basim agrir diye dusunuyordum. Ama oyle olmadi. Ben bir alkolikmisim gibi koltuga yapistim iki gun boyunca. Basagrisi denemezdi beynimin icindeki ugultuya ve sarsintiya. Butun hucrelerim, etim, kemigim dagilmis gibiydi. Gunduz uykularini hic sevmeyen ve hicbir zaman da uyuyamayan bendeniz, iki gun koltukta sizdim kaldim gunun orta yeri, cunku gozumu acamiyordum. Nihayet ucuncu gun kendime gelmeye basladim. Sabah uyandigimda enerjim normaldi, kendimi temiz ve canli hissediyordum.

Bu sefer sonsuza kadar vedalasmadik kahveyle, ancak hayatimdaki onemine son verdigim kesin.

Herkes mim gonderiyor ya birbirine, ben pek haz etmiyorum mim isinden. Ama eger okuduysaniz bu yaziyi, hadi denemesi bedava, kendinize hayatinizda cok onem tasiyan birseyi secin ve birakin bakalim bir sureligine, ne kadar kalacaksiniz, ne kalacaksiniz? Zihnin kolesi olmaktansa kendinizin efendisi olun bu zaafiniz karsisinda bir sure de olsa. Belki cok begenir hep efendi kalmak istersiniz, kimbilir?

Askla...

9 Aralık 2010 Perşembe

Sattva

Boyle seyler soylenmez ama burasi benim gunlugum, soylerim. Gizli degil, isteyen okur o yuzden kimse kusura bakmasin yine...

Bugun bir Bhagavad Gita daha bitti. Sukur ki Sattvik ve duzenli yaptigim tek sey gunluk Bhagavad Gita okumasi son aylarda.
Cok fena kafam bozuk. Hep ayni mesaji aliyorum, hic hosuma gitmiyor.

Dogamiz neyse ona gore davraniriz. Ne yersek oyuz. Her okudugumda Rajasik Sattvik buluyorum dogami. Hep kivirtiyorum, ama soyle de o yuzden boyle diye. Bugun yine son bolumde Gurudev gecti karsima. Anlatti bir bir. Hic acimasi yoktu. Zaten yeni yazmistim kulaklar ustune mirildanmalarimi. Sesini duymak istiyorum diye mizildaniyordum. Sukur hemen cikageldi. Diyorlar da kimse inanmiyor. Gercekten yanibasimizda duruyor. Yeter ki biz bakalim diye yapmadigi kalmiyor.

Bugun Mira'ya soyle bagiriyordum, ki kime soylesem hakliydim, ama ben icte biliyorum hakli diye bir konu olmadigini. Neyse dedim ki: " Bak ben seninle insan gibi konusmak istiyorum, guzelim, canim, hayatim diye soylerken gerekenleri beni duymani istiyorum. Esek gibi anirdigimda degil". Sonra hisim gibi ciktim odasindan, burnumdan soluyordum boga gibi. Sonra ustunu giydirme seremonisinde kedi gibi kinliydim.
(Oysa kurban bayrami geceli olmustu, ve ben hayvanlarimi kurban ettim diye umit etmistim, o gune mahsusmus demek sadece, cunku hepsi hala burdaydi)

Bhagavad Gita'nin son bolumunde gecti Gurudev karsima, tuttu ellerimden, okudu bana yazdiklarini, Lord Krishna'nin soylediklerini yorumladi bana.
Baktirdi yediklerime ictiklerime. Kahve, cay, yumurta, patates, sogan, sarimsak, sebzeler, dunden kalmis zeytinyaglilar, dondurma (tamasic), soya kiymasi ile yapilmis tacolar, soyadan yapilmis tavuk parcalariyla hazirlanmis burritolar, icine aci sos, makarnalar, pilavlar, bakliyatlar.
Cogunlugu rajasik yiyecekler.
Ben yuz yil insan gibi konusmak istiyorum diye aglasam da, hic mumkun olmayan bir duaya amin demekteydim, duymustum.
Ahh Gurudev, bilsen nasil icim kasiliyor, ama anladim.
Sormustun ya BEN mi, sunlar mi diye, izin ver SENi seceyim. Izin ver su testi de geceyim.

ASKla...

Kulaklar ustune kendi kendime konusmalar...

Kulaklarim mi temizleniyor acaba?
Etrafimda herkesin kulagiyla ilgili bir konu.
Ben ise her kavgada "neden kimse beni duymuyor" diye haykiriyorum.

Neyi duymuyorum acaba?
Ne diyorsun da sagir kulaklarim anlamiyor dedigini.
Kulaklarindan uyarici sinyaller alan arkadaslarim,temizleniyorsunuz degil mi? Iyilesiyor degil mi kulaklariniz?
Benim de temizleniyordur o zaman.
Keske anlasam su siralar ne dedigini?
Gurultu cok olsa gerek ki ben de avaz avaz bagiriyorum, neden kimse beni duymuyor diye...

Susmak lazim, durmak lazim.

Susuyorum da, vallahi de susuyorum !
Icim de suskun, billahi de oyle!
Zihnimde hicbir kelime cikmiyor sessizligimde.
Dua okuyor icimde bir dil

AUM BHOOR BHUWAH SWAHA,
TAT SAVITUR VARENYAM
BHARGO DEVASAYA DHEEMAHI
DHIYO YO NAHA PRACHODAYAT

Oh God! Thou art the Giver of Life, (Tanrim, Hayati bahseden)
Remover of pain and sorrow, (Aciyi ve uzuntuyu silen)
The Bestower of happiness, (Mutlulugu ihsan eden)
Oh! Creator of the Universe, (Evrenin yaraticisi!)
May we receive thy supreme sin-destroying light, (Gunahlari yokeden isigini almamiza izin ver)
May Thou guide our intellect in the right direction. (Zihnimize dogru yonde gitmesi icin rehberlik et)

Ne kadar zaman boyle geciyor peki?
10 dk, 20 dk?
1 saat?
1 saat ile 2 saat arasi diyelim bol keseden soyleyerek.
Geriye kaldi 22 saat.
8i uykuda, 2si yemek pisirmek, servis yapmak, temizlemekle, 2 saat de Mira ile oyun ve ona hizmetle. Kaldi 10 koca saatin.
Dur da bak bakalim, neler yaptin susmak ve durmak yerine?



Ashram'in altinda cd, tutsu, kitaplar ve bilumum incik cincik satan dukkanda calan Gayatri Mantra caliyor yukarda.
Rishikesh kokuyor...

O sevsin yeter

Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir,gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir. Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. 'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.' Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ... 'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.' Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir. 'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?' Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...Hamamcı 'vezirler' der almak istemez... Padişah ise, 'ne olursun' der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar: 'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.' Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır... Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir... Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur: 'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.' Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. 'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; 'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar... 'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerd e tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...' Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir: 'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir...

Know the Guru by Swami Sivananda

Guru leads man to God. Guru, mantra (mystic formula) and devata (deity) form a unity. Guru is present in the mantra which he enlivens and communicates. The mantra is the body of the devata. The guru is the embodiment of the deity that is invoked.

True guru is living God. Devotion to guru trains your heart and prepares for devotion to the Lord. Gurus are plenty but good disciples are very rare. When the disciple is ready the guru appears. He who has a guru can alone know Brahman, and the knowledge received from a teacher alone becomes perfect.

Initiation is necessary to go along the spiritual path. Guru shows you the path. When you are initiated your body and mind become purified. The highest spiritual wisdom experienced by the seers of truth in ancient times, has been passed down to the present day, through an unbroken line of traditional teachers.

Have self-control, tranquillity, sincerity and humility. Then approach the spiritual preceptor. Then alone you will be benefited. Hear silently - anything that your guru may say - hear with faith and bhava. Adapt yourself to his ways. He who serves the preceptor and follows his instructions gains the greatest benefit. He who speaks ill of his guru and does not follow his instructions loses most.

A perfect guru is learned in the scriptures and is desireless. He is a boundless ocean of mercy. He is a full knower of Brahman. He is a friend and a guide to those who have surrendered to him.

Guru is the word. The word is guru. Though God is indescribable, you can see and realise God through the guru.

---

Here are the characteristics of a real guru. If you find them in any man accept him at once as your guru. A real guru is one who has full knowledge of the self and the vedas. He dispels the doubts of aspirants. He has equal vision and balanced mind. He is free from likes and dislikes, joy and sorrow, egoism, anger, lust, greed, pride, etc. He is an ocean of mercy. In his presence one gets peace and elevation of mind - all doubts are cleared. The guru does not expect anything from anybody. He has an exemplary character. He is full of joy and bliss. He is in search of real aspirants.

5 Aralık 2010 Pazar

Kapat kapilari

Oyle bir dunyada yasiyorsun ki hersey siziyor. Bir nevi Wikileak. Ama burda sizanlar hukumet sirlarindan daha buyuk. Enerji siziyor disari, Tanri siziyor, eksiliyor, eksiltiyorsun...

Gune basliyorsun, gun zaten icinde yeterince sorunsalla bekliyor seni. Bekliyor bir bir daglari tepeleri asmani, bir cicegin yanina varmani, bakmani, koklamani, sukretmeni.

Gune basliyorsun, aciyorsun bilgisayarini, okuyorsun emaillerini. Guzel haberlerle beraber yerini aliyor ic kararticilar. Oysa daha gazeteleri okumaya da baslamamistin.
Onlari okudugunda ise basliyor kanla canla carpan kalbin grilesmeye. Oysa daha sabah. Sonra kalkiyorsun yerinden isler, gucler, ya isindesin, ya evindesin. Heryer ayni, heryerin kendince isi, kendince sorumluluklari. Yerine getiriyorsun ardi ardina, sonra bir daha basina geciyorsun bilgisayarinin. Simdi de butun tanidiklarini biriktirdigin sayfani aciyorsun. Herkes orda, konu komsu, sevdigin sevmedigin, ilk askin son askin, patronun, onun karisi belki. Herkes yani. Dunyana girmis herkes.
Sonra basliyorsun onlara bakmaya, okuyorsun yazdiklarini, goruyorsun yorumlarini, begendikleri sarkilari, filmleri, fotograflari. Her tanidiginin foto albumu elinin altinda. Herseyleri icinde. Onlara bakiyorsun, kendini ya kucumsuyor ya buyutuyorsun. Sarkilarla ya kendini gulduruyor ya aglatiyorsun. Yorumlarla karar veriyorsun o kisinin nasil biri olduguna, etiketliyorsun.

Sonra sosyallesiyorsun, ya arkadaslarinla, ya cocuklarinin anneleriyle, ya sokaktakilerle yani hic tanimadiklarinla. Kimi seni guldurse de, icini bir nebze isitsa da, cogu tutup elinden seni daha da asagi indirmek icin burda sanki. Oysa zaten gun yeterince zorlu degil miydi?

Ve nihayet aksam, el ayak cekilince, aciyorsun televizyonunu, sansliysan kacirmissin ana haber bultenini. Devamindaki dizilerde tecavuze ugrayip, dayaklar yiyor, esrar kacakcilariyla ucaklarda kaciyorsun.

Ve kumanda elinde, kapa dugmesine basip, gidiyorsun Tanri'nin kollarina.

Bunun icin mi gelmistik buraya? Nerede o yuregimizdeki Tanri?
Ne zaman geldi de biz kacirdik?
Yoksa inanmiyor musun hala varligina?
Swamiji videosunda soyluyor, eger hala varligini sorguluyorsan, buyumelisin artik!
Sorgulamiyorsun, peki nasil olacak bu is? Nerden duyacaksin sen O'nu? Ne zamanlar konusuyor sana?

Ne zaman konusuyor bana?

Ne zaman kaybolmadiysam, ne zaman BURDA isem.
Ne zaman kulaklarimi disari kapatip iceri actiysam.
Ne zaman gozlerimi disari kapatip iceri baktiysam.
Ne zaman agzimi-burnumu disari kapattiysam.

Mucizenin icinde yasiyoruz. Sustugumuz, durdugumuz her AN, BIRiz. Ve biz her AN kaciyoruz bu Bir'likten. Korkuyoruz, olesiye korkuyoruz. Olmekten korkuyoruz. Oyle degerliyiz ki kendimize. Kendimizi asagilamak, asagilatmak bile olmekten iyi geliyor. Herseye razi geliyoruz bir tek olmeyelim diye.

Oysa her An bir firsat tasiyor icinde. Secme sansini vermis bize. Ben'i mi istiyorsun, yoksa "sunu" mu?, diye soruyor bize.
Ve biz kendimizi korumak adina seciyoruz "sunu"
Ve kaybediyoruz kendimizi...
Kaybetsek de O her daim orda bekliyor, ve hic bikmadan soyluyor ikibin yildir!

Be Still and Know that "I am" GOD...

Tam ortasindayim

Aksamustu yemek pisirirken, derinlere dalmis, sadece benle beraberken, birden sarki soylemeye basladim. Yarim yamalakdi cumleler, unutmusumtum, sozleri yillar oncesinde kalmisti belli ki. Simdi geldim baktim neymis diye, okudum, guldum, gozumun kenarinda bir gozyasi esliginde...


Tam ortasindayim yagmurun
Karin sogugun ortasindayim

Nasil da paylasiyor insan isterse
Nasil da birmis meger hasretler
Nasil da mecburmusuz
Sabretmeye, sevmeye, ögrenmeye


Tam ortasindayim yolun
Kosunun ortasindayim

Tam variyorum ki hedefe
Bir yenisi basliyor
Bu oyun hep ayni degismiyor
Hala devam hala figan
Hem de bile bile

Nasil da paylasiyor insan isterse
Nasil da birmis meger hasretler
Nasil da mecburmusuz
Sabretmeye, sevmeye, ögrenmeye

1 Aralık 2010 Çarşamba

Degismek

Gecen gece aglayarak dua ettim, "Tanrim, Gurudev, Swamiji, ne olarak duyacaksan sesimi, lutfen degistir beni" diye

Insan isterse degisir mi?
Yillarca kilo vermeye, yillarca kontrolu birakmaya, yillarca olumlu dusunmeye, yillarca sunu bunu yapmamaya veya yapmaya calistim.
Ben istedigimde hangisi degisti, neden degismedi? Yeterince istemiyor muydum ki?
Damarlarim titriyordu istemeyi dusundugumde, oylesine istiyordum. Neden degisememistim, neden degismiyordum.

Zihnim cunku ile baslayan bir suru cumle yazmaya hazir. Kusura bakma bugun seni konuk edemeyecegimi soylemeliyim. Ihtiyacim yok duymaya cunkulerimi, cunkulerinizi...

Tanri istemeden olmayacagini ogrendim sadece. Bir yapragin kimildamadigini, bir gulun acmadigini, bir kusun sakimadigini ogrendim. Su an, simdi ogrendim. Fransizcada ezberlemek icin "apprendre par coeur" denir, yani kalpten ogrenmek. Neydi diye dusunmezsin, zihnin kenara cekilir, kalbinden bilirsin.

Ogrendim ve yine yalvardim.

Gecen gece aglayarak dua ettim, "Tanrim, Gurudev, Swamiji, ne olarak duyacaksan sesimi, lutfen degistir beni" diye...

Sabahi Mira uyanir uyanmaz babasinin kucagina atlayip; "baba annem degismisti, erkek olmustu. Iki peri geldi, biri erkek, biri kiz, anneme degneklerini degdirdiler. Annem erkek olmustu baba!" diye ruyasini anlatti heyecanla, bugune kadar net anlattigi ilk ruyaydi...
Onunki mi ruyaydi, benimki mi?

Dua ettim, lutfen degistir beni diye...
Kalpten ogrendim o istemeden hicbir sey olmaZ.